Sevdayı ve seni yaratan yaratıcının adıyla Benazir.
Sana birkaç kurumuş begonvil
ve Rahman’ın selamını gönderiyorum.
Bu mektubu sana, şeyiyetin olmadığı bir yerden yazıyorum. Burada zamanın karşılığı varlığına tekâmül etmiyor artık. Burada pencereler gökleri dövmüyor ve çocuklar ölmüyor. Kaldırımlarda yasemenler yetişiyor. Bahçelere kırlangıç dikiyor, oltamıza sardunya takıp göğü avlıyoruz. Çalan her kapıya bahar geldi diye koştuğum sen değilsin artık. Bahar geldi ve kapıların hepsi Varlığa açılıyor. Herkes şair ve her evin bir şiiri var burada. Kimse sırtından vurulmuyor ve kimse kimsenin evini taşlamıyor. Ki bilirsin, bu konuda ideolojik yanılgılarım vardır. Neyse ki burada bazen matematik bile yanılıyor.
Geçen
evinin damına çıkıp
ikinin birden büyük olamayacağını ispat etti biri.
Yalnızlık,
ölüm gibi.
Orada durumlar nasıl? Kırlangıçlar yeşermiyor mu hala bahçelerinizde? Hâlâ bir gökyüzü avlayamadı mı oltalarınız? Israrla evlerin çatılarını mı bombalıyorsunuz?
Biliyor musun Benazir, aslında evler yıkılmazmış. Evler yıkılmazmış Benazir. Evleri yıkarlarmış. Kimini ikindi vakti yıkarlarmış, kimini sabaha karşı beşte. Kimini bombalar yağdırarak yıkarlarmış, kimini bir balta darbesiyle. Benim, içerisinde Peygamber çiçeği yetiştirdiğim evimi, ikindi vakti yıktılar orada. Kahverengi dallarında, sarı umutlarla yeşersin diye limon ağaçları ektiğim bahçeme savruldu, kütüphanemin kitapları. Ki bilirsin, okurken dahi okşardım onları. Ellerim çenemin altında izledim olanları. Sonra kaldırıp başıma koydum ellerimi, tozlanmasın diye çizgileri bir hengâmeye uzanan mor salkımlı eşarbım.
Ahh Benazir, hiçbir tarafı olmadığım bu savaşta, evimi taşladığına şahit oldum sonra. Ellerimle dizlerimi dövdüm sonra. Tutunduğu çerçevesinden ayrılarak fırlayan cam parçaları saplandı sırtıma. Arkadan vurulmak böyle bir şey miydi Benazir?
Yaralanmak,
kanamak,
kanmak
böyle bir şey miydi?
Yarası sırtında olan kendi yarasını saramaz, yalnızca saklayabilirmiş. Kan revan bir ihanetle ayağa kalkıp, bir düğün edasıyla sana gülümsediğimde anladım. Gülümsediğimde anladım seni bir daha affetmeyeceğimi. Bunu bilmeni, yaramı görmeni istemediğimi fark ettiğimde anladım. Anladım ve gülümsedim. Gülümsedim ve vedalaştım seninle.
Benim değil,
kendi evini yıktın,
kendi elinle.
Bahçeye savrulan kitaplarımı ve en çok Gazzâlî’yi ve kalbimi toplayıp sana ardımda bir enkaz bıraktım. Çatısını gönlünden kurduğun ve ardından taşladığın evimi ve gönlünü terk ettim. Bombalanan bahçelerde meyveler yetişmezmiş Benazir. İnsan, en çok kendisine hazırladığı kıtlığı görmezmiş. Gönderdiğim begonvilleri toprağına ekersin. Sonucu baştan belli olan şeyleri, sen daha çok seversin.
Beni soracak olursan Benazir, kaçarken ipek yolunda bir kervana sığınırken buldum, savaştan arta kalan kendimi. Çine at götürüp kırk top ipekle dönmenin geçmiş mevsimi. Seyri fillah imiş kervanın derdi. Yol eksiltti, yol tüketti, yol terbiye etti beni.
Benazir,
yol aslolan eşsize iletti beni.
İnsan, kendisinden yapılma bir yolculuk imiş Benazir. Yol da yolcu da yağmacı da kendisiymiş.
Yolda kalınca kervancıyı vurdum,
ölen bendim.
Kervanımı yolda bırakan yağmacı,
bendim.
Düşman deyip vuruştum,
kendim ile kendim.
Benlikten ve senlikten geçmeden kervan yürümüyormuş Benazir. Ben önce senden sonra benden geçtim. Ben benden ve senden geçince ancak cemâli bâ-kemâli seyrettim.
Evler yıkılır ama yollar kalır Benazir. Üzülme, her insan bir yolculuktur en nihayetinde.
Evim yıkıldı,
yolum yokuştu
ve ben gittim Benazir.
Buraların güzelliğini ve eşsizliğini bilseydin oralarda oluşuna ve adının lügatteki karşılığına hayıflanırdın Benazir. Gönderdiğim selamı yanına alıp yola çık. Oralar hâlâ savaş ve kış gelmek üzere. Sana kızgın değilim, kırgınlığım geçti. Bizim yolumuz ayrıymış Benazir, yolculuğumuz aynı. Senin yolun sensin Benazir. Aman kervanı kaçırma. Bana sorarsan, baharat yolu daha elverişli olur bu zamanda.
Sevdiklerini örümcek ağıyla koruyan eşsiz, yol boyunca seni tüm ağlarıyla korusun. Yolun açık ve kuşlu olsun.
Beni özlersen
mektubuma sarılıp
uyursun.
Beyza BAYRAKTAR