Uçurumun kenarında yürüyorum, sanki tek bir adımda kilometrelerce yüksekten çakılacağım. Gittikçe daha da dibe ineceğim. Çünkü bir kere bile çakılmış olan bilir ki dibin asla sonu yoktur, her zaman daha fazlasını görürsün. Oradan sesleniyorum dünyamın tüm insanlığına: “Ben bağırırken anlayın beni, sustuktan sonra değil.” Hiçbir şeyi dinlemedikleri gibi bunu da dinlemiyorlar. Eğer bir gün susarsam -ki susuyorum- pişmanlıklarının altında ezilen yine ben oluyorum. Ne garip değil mi?
Beni kimsesizler mezarlığına gömün ve silin hafızalarınızdan tüm varlığımı. Hiçbir şey yazmasın mezar taşımda çünkü içimde yaşamım boyunca taşıdığım tek gerçekliktir boşluk. Hakan Günday’ın da dediği gibi: “Beni yüzüstü gömün çünkü yeterince gördüm.” Şimdi soruyorum -kendime-, gerçekten yeterince gördün mü?
Tek yumrukla dağıtıyorum asılı duran aynayı; önce kendime, sonra ona kızıyorum. Çünkü ben hayatım boyunca önce kendime, sonra karşımdakine kızdım. Bu sefer tam tersini yapıp kendimi affediyorum. Şimdi söyle, paramparçayken ben, nasıl bütün gösterebiliyorsun beni?
Senelerdir içimde saklı tuttuğum tüm duygularımı çok kısa sürede dışarıya salmış olmamın verdiği ağırlık sağ tarafımda oturuyor bu gece, asla sevilmemiş olduğumun gerçekliği ise sol tarafımda… Tüm bu karmaşanın ortasında fazlasıyla kalabalık olan yalnızlığım. İnsan nasıl olur da yalnız kalabilir bunca karmaşanın arasında?
Her şeyi anlayan biri olarak anlaşılmamanın verdiği his beni o kadar uzağa götürdü ki, ardıma bakamıyorum. Kendimi kaybettim, bulunmak istemiyorum. Her bir zerrem öyle kırgın ki tüm insanlığa iyileşene kadar sadece kendi kafamın içinde yaşamak istiyorum. Daha fazlasını görecek mecalim yok sevgili Tanrı'm. Ben durmak istiyorum.