Sabahın 5.30'u. Neden bilmem bu saatte açıldı yeni güne gözlerim. Yapacak işim de yok biraz daha mı uyusam derken uykumu almışlığım ve o saatte sahilin ne kadar güzel olduğunu düşünüyor olmam, beni uyutmadı tekrardan. Biraz doğrulup sıcak ve artık benim vücudumun şeklini almış yatağımdan aşağı ayaklarımı salındırıyorum. Bu şekilde biraz kalıp sahile gitmenin planını kuruyorum kafamda. Ve sonunda zeminin soğukluğunu çıplak ayaklarımda hissederek kalkıyorum hazırlanmak için. Niye yapıyorum bunu bilmiyorum ama uyurken planlamış kafam kendini sanki çünkü ne giyeceğimi, nereye gideceğimi ve ne yapacağımı biliyor gibiyim.
Nihayet hazırlanıp kahverengi çantama koyduğum fotoğraf makinemi de alıp evimden çıkıyorum. Günün ilk ışıkları hafiften gösteriyor kendini. Biraz serin ve saçlarımı savuran bir rüzgar var. Bu saatte bi' neşeli sanki dünya. Kuşlara cıvıl cıvıl ötmeleri, karıncalara ezilmeden yolu geçmeleri için izin veriyor. Araba sesleri de olmayınca denizin sesi de kulaklığımı bir kenara bırakıp kendini dinlememi istiyor. Sahil boyu biraz yürüyüp kendime en uygun, bir tahtası eksik banka oturuyorum. Az evvel fark etmediğim, benim gibi sabahın keyfini çıkartmak için erkenden uyanmış insanlara ilişiyor gözüm. Biri spor kıyafetlerini giymiş hızlı hızlı yürüyor, birisi ise eve geri dönmemeye kararlı emekli bir amcaya benziyor. Kahverengi balıkçı şapkasını takmış, üstünde krem rengi paltosu ve belki birazdan bir gazeteden bulmaca çözerim diye almış olduğunu tahmin ettiğim boynunda sallanan dereceli gözlüğü ile yavaş adımlarla yürüyor, sahil yolundan şehre doğru.
Onun gittiği yönden gelen, miyop gözlerimle tam da net göremediğim yaşlı bir teyzeyi fark ediyorum. Yaklaştıkça seçebildiğim kahverengi hırkası dikkatimi çekiyor. Görebildiğim tarafındaki cebi yırtık ve ipleri sökük. Başında eski bir yazması, ayağında eski bir sandaleti var. Yüzünden, keyifsiz ve çok da mutlu uyanmadığı da anlaşılıyor. Biraz ileride duran ve az önce, yakındaki marketin dünden kalan meyvelerini attığı çöpe doğru ilerliyor. Etrafı bi' kolaçan edip soğuktan çatlamış elleri ile çöpe atılmış meyveleri alıyor. Cebinden çıkardığı buruşuk poşeti silkeleyip bulduğu meyveleri tek tek yerleştiriyor içine. Bunu görünce düşünmeden edemiyorum. Belki de önceden çok zengindi veya hep böyle zor bir hayatı vardı. Kim bilir neler yaşamıştır. Şimdi onunla oturup bana yaşadığı her şeyi anlatsın isterdim. Hayatın ne denli zor olduğunu, ne kadar birbirinden farklı insanlarla tanışıp nice insana sonsuz güvenip ama aslında asla güvenmemesi gerektiğini... Keşke oturup konuşabilsek bu dünyanın ona yüklediği meşakkatli anılarını. Onu izlediğimi mi fark etti bilmem, kafasını kaldırıp bana baktı soğuk bir ifadeyle. Gülümsedim ben de buna karşılık olarak. O ise yine aynı ifade ile kafasını çevirip yoluna devam etti. Şu olay bile bana onun yaşadığı çok şeyi açıklıyor biliyor musun? Kim bilir nice insan yüzüne güldü ve o da o gülüşe karşılık verdiği için zarar gördü. Ah teyzem ahh! Hayat böyle işte... Gün ışıkları artık iyice sardı her yanı, saat de 8'e yaklaştı. Arabalar gün yüzüne çıktı, telaşlı insanlar için gün başladı. Onların dünyasını onlara bırakıyorum. Benim içinse eve dönme zamanı...