Berduş Hasan, şehirdeki hemen herkesin bildiği ama kimsenin yakından tanımadığı bir figürdü. Elinde eskimiş bir pikap çantası, boynunda ise tuhaf şekilde parlayan bir ahşap kolye taşırdı. Sürekli mırmırlanarak sokaklarda gezer, durmadan bir şeyler kayıt ederdi. “Kaybolan sesleri topluyorum,” derdi görenlere. Ama kimse onun ne demek istediğini anlamaz, çoğu zaman deli diye güler geçerdi.
Hasan’ın hikâyesi, bir sabah erken saatte başladı. Eski bir şehir çeşmesinin önünde otururken musluklardan su damlamadığını fark etti. O an gözleri kısıldı, ellerini iki yana açtı ve kendi kendine söylendi:
“Sesler de su gibi akıp gidiyor, farkında mısın Hasan? Bunu birinin durdurması gerek!”
O gün itibariyle Hasan’ın misyonu belli olmuştu: şehirde kaybolan seslerin izini bulacak ve hepsini toplamak için bir “ses arşivi” oluşturacaktı.
Hasan’ın ilk durağı şehir pazarıydı. Bir zamanlar yankılanan satıcıların bağırışları, tartışma sesleri ve pazarlıkların melodik ritmi artık duyulmuyordu. “Kaybolan ses burada başlamış olabilir,” diye düşünerek, pikap çantasından eski bir kaset çıkardı ve kayıt cihazını açtı. Ama nafile; boş bir sessizlikten başka bir şey kaydedemedi.
Sonra bir şehir parkına gitti. Kuşların ötüşleri, çocuk kahkahaları, yaşlı adamların satranç tahtalarına taş vurma sesleri… Hiçbiri yoktu. Hasan, şehirdeki her bir şeyi kayıt altına almak istese de sanki tüm sesler ondan saklanıyor gibiydi.
Bir gece çok yorgun düşünce bir sokak lambasının altında oturdu. “Ne yapıyorum ben? Bu sesler neden kayboluyor? Yoksa hepsi benim aklımın bir oyunu mu?” diye söylenirken, ansızın yanına bir kedi yaklaştı. Kedi, mırlayarak Hasan’ın kucağına oturdu ve sakin bir sesle:
“Sesleri neden topladığını hiç düşünmedin mi, Hasan?” diye sordu.
Hasan ilk şokunu atlattıktan sonra, “Onlar bu şehirdeki yaşamın ruhu,” dedi. “Eğer sesler giderse, insanların kalplerindeki şeyler de yok olur. Bunu istemiyorum.”
Kedi kuyruğunu salladı ve cevap verdi:
“Sesler kaybolmaz, Hasan. Onlar sadece doğru kulakları bekler. Ama insanlar kendi seslerini unutmuşken, şehrin seslerini nasıl bulacaksın?”
Kedinin bu sözlerinden sonra Hasan, şehirde kaybolan seslerin asıl nedenini anlamaya başladı. Sorun, seslerin kaybolması değil, şehrin insanının kalplerindeki ritmi yitirmesiydi. Esnaf, komşu, çocuklar… Herkes kendi ıssız adasında yaşıyor, bağı kopmuş bir şekilde günlerini geçiriyordu.
Böylece Hasan, kayıt cihazını bir kenara bırakıp şehrin sokaklarında dört dolanmaya başladı. Herkesle konuşuyor, küçük yardımlar yapıyor ve kaybolmuş bağları yeniden kuruyordu.
Bir bakkalın kapısında oturup sohbet eden yaşlı amcaların arasına katıldı, şair bir lise öğrencisine cesaret verdi, hatta şehir meydanında bir grup çocukla ip atlamaya başladı. Onun bulaşıcı enerjisiyle şehir yavaş yavaş uyanmaya başladı. Hasan’ın yaptıkları, insanlara unuttukları şeyi hatırlatmıştı: şehrin seslerini onlar yaratıyordu.
Aylar sonra Hasan, bir gün elindeki çantasıyla tekrar şehir çeşmesine döndü. Bu sefer musluktan su damlamasını beklemedi, çünkü artık seslerin kaybolmadığını biliyordu.
Yanından geçen çocukların kahkahaları, bir satıcının uzaktan duyulan çağrısı, rüzgarda sallanan yaprakların hışırtısı… Tüm sesler geri dönmüştü. Şehir artık eskisinden daha canlıydı.
Hasan’ın kaybolan sesleri araması bitmişti, ama şehrin ritmi asla unutmayacağı bir kahraman bırakmıştı: Berduş Hasan, şehrin seslerini kurtaran adam.