Harabe binanın bodrum katındaki atölyesindeydi. Ona göre tavanda, diğer insanların ayakları altındaki camına yağmur damlaları vuruyordu ama o umursamıyordu. Sadece çiziyor ve boyuyordu. Boyarken pahalı paletler, süslü boyalar kullanmıyordu. Renkler, onun ruhunun cehenneme uzanan köklerinden önce yüreğine, oradan parmaklarına yürüyordu.

Döktüğü her gözyaşı için bir damla mavi renk… Avuçlarına tonlarca mavi renk akıyordu.

Gecenin zifiri karanlığında sarhoşlar naralar atıyordu ama o bunları duymuyordu, sadece çiziyor ve boyuyordu.

Her mutlu anı için sarı renk… İki duvar ve tavanın kesişimine küçücük bir güneş çizdi. Diğer insanların ayakları altına...

Sevdiği her kadın için bembeyaz boyalar parmak uçlarından coşkuyla akıyordu. Bütün geçmişini çizdiği tuvalleri ilk günkü gibi bembeyaz oldu. Onu saf, karşılıksız ve tüm yüreğiyle seven her kadın için pembe renk… Tuvallerin birine annesi için pembe bir gül çizdi.

Ev sahibi kirayı istemek için kapıya vuruyordu ama o bunu duymuyordu. Sadece çiziyor ve boyuyordu.

Kazandığı paralar yeşildi. Odanın köşesine küçücük bir çalı çizdi.Hayallerizihninde öne çıktı. Turuncuydu. Sıcacık ve canlı… Boyamaya ve sürmeye başladı. Renk gitgide koyulaştı ve kızardı. Başarısızlığı ve acıları hayallerine baskın geldi. Beş parasız olduğu, tüm eski dostlarının aile kurmuş olduğu onun ise otuz yedi yaşında yapayalnız olduğu gerçeği kan kırmızısıydı. Yüzüne bile bakmıyordu dostları. Parası yok diye, kimse resimlerine ilgi göstermiyor diye... Sadece geçmişte kalmış bir gölgeydi onlar için. Bu yaşlara gelince anlıyordu demek insan. Asla elde edemedikleri, eski tanıdıkları tarafından kazanılınca bir anda kaybedilmişlere dönüyordu.Yere bir cehennem çukuru ve acı çeken ruhlar çizdi.

Dışarıda itler uluyordu ama o bunları duymuyordu, sadece çiziyor ve boyuyordu.

Başarıları kül rengiydi. Ayaklar altına yağmur taşıyan bir yaz bulutu çizdi. Yarattığı tüm eserlerin ruhu turkuazdı. Göz irisinden kılcal damarlarına, oradan ise parmak uçlarına yürüdü. Duvara çok güzel bir deniz çizdi. Sevdiği kadınlarla eserlerini köpürttü, başarılarıyla umutlarını besledi ve her mutlu anıyla denizini göz alıcı hale getirdi. Geri çekildi ve hayatının eserine baktı. Rahatlamıştı ve mutluydu. Bir anlığına…

Sonra bütün boyalar akmaya başladı. Ruhunun tüm renkleri döşemelerden aşağı, kanalizaysona karıştı. Tüm benliği , tüm hayat hikayesi insanların bokuna karıştı. Çok zavallı ve acımasızcaydı. İnsanlık yine yapacağını yapmış, saf ve katıksız duyguları kendi pisliğiyle kirletmişti.

O ise ağlıyordu o sırada, göz pınarlarından simsiyah boyalar akıyordu. Hayatın kendisi… Bütün bu renklerin altında bir karanlık vardı demek. Gerçek hayat hepsinden baskındı, bütün renkleri örtüyordu. Kustu. Simsiyah kustu. Kendine olan acıma duygusunu; Salvador Dali’ye, Picasso’ya olan öfkesini kusuyordu. Babası, asla ressam olarak başarılı olamazsın, demişti. Haklıydı. Babasının haklılığının şerefine kusuyordu. Boyalar kadifeden bir örtüymüşçesine bütün odayı pürüzsüzce kaplıyordu. Kustu ve kustu, ta ki içinde hiçbir şey kalmayana kadar. Artık her şeyi duyuyordu.

Kalktı, duş aldı, saçına başına şekil verdi ve giyindi. İş aramak için tam kapıdan çıkacakken sol elinin işaret parmağındaki son bir damla rengi fark etti.

Bu renk insanoğlunun alışık olduğu bir renk değildi. Çok soğuk, aynı zamanda sıcacıktı.En yalnız gecelerde başını güzel bir kızın dizlerine koymak gibiydi, kendinden nefret ettiğin bir anda bir çocuğun sana gülümsemesi gibiydi veya aşağı atlamak için çıktığın balkonun manzarasının ne kadar güzel olduğunu fark etmek gibi. Anlayamaz, anlatamazdın bu rengi. Sadece hissedebilirdin. Fakat tüm bunlara rağmen bu rengin hüzünlü bir yanı vardı. İnsani bir şeyler eksikti. Bir insanın parmak uçlarına yabancıydı, tanrılardan çalınmış gibi duruyordu. Tüm bu fani renklerin arasında bu kutsal renkten sadece bir damla vardı. Çoğu insanda o bile olmazdı.

Yaralı parmaktan akan bir kanmışçasına emdi ve hayal gücünü dışarıya tükürdü. Yaratıcılığa daha fazla dayanamazdı.

Bu renk ona fazlasıyla çektirmişti.