“…O pencere, kasvete bakar; o pencerenin karşısında bomboş bir apartmanın, bomboş beş penceresi vardır. Yıkık bir sahneyi anımsatır bu boşluk. Başından çok kötü şeyler geçmiş, eski püskü bir tiyatro sahnesini…”


Mine Söğüt’ün Rüya Tabirli Cinperi Yalanları‘nın anlatıldığı bu kitapta, Beş Sevim Apartmanı isimli o tuhaf apartmanın içinde yaşayan, dünya üzerindeki en ıssız karakterlerin sığındıkları yalanları & olayların gerçek halini okurken finale ne ara geldiğinizi fark edemeyecek kadar hızlı akacak zaman.


Okuyucuyu harika bir finalle uğurlayan yazar, anlatı boyunca iki farklı dünya sunar.


Ve “Karşı Pencereden Bakınca Görülenlerin Hikayesi” ile başlar kitap.


“Genelde, her pencereden birbirine benzer görüntüler sızar dışarıya. Ama genelde… Özeldeyse sürprizlere açık olmak gerekir. Pencereler, kimi zaman bakmasını bilene ya da aklını çeldiği gözlere inanılmaz şeyler gösterir…”


Tüm anlatı boyunca yazarın ustalıkla okuyucuyu neyin gerçek (gerçek nedir o da tartışılmalıdır) neyin kurmaca olduğu konusunda ikileme düşürdüğü sayfalarda, bizim için ipucu niteliğindedir üstte bulunan alıntı. Gerçekten de neye nasıl baktığımız ve kim olduğumuzla ilgilidir gördüklerimizi yorumlama şeklimiz.


Kitap, Doktor Samimi’nin anlatıldığı aynı isimli bölüm ile devam eder. Çocukluğunda sessizliği sebebiyle yalnız kalan Doktor Samimi’nin hayatı boyunca istenmeyen birine dönüşümüne tanık oluruz.


Beş Sevim Apartmanı sakinlerinin ve Doktor Samimi’nin ortak noktaları olacaktır. Tıpkı doktor gibi bu sakinler de hayatları boyunca istenmeyen kişilerdir. Gerçekte yaşadıkları trajik olaylardan ötürü, kendilerine yeni bir dünya yaratan, yaratmak zorunda kalan karakterlerin hepsinin dünyasında cinperiler vardır ve çoğu zaman olayların tüm suçlusu onlar olacaktır.


“Olduğuna inanmadığımız bir şeyi yok edemezsiniz. Ama bir şeyin varlığını zedelemek istiyorsanız ona olan inancı yok ederek işe başlayabilirsiniz.”


Doktor Samimi ile beraber diğer beş apartman sakininin hepsinin aileleriyle sorun yaşadıklarına rastlarız. Genel olarak istenmeyen, sevilmeyen ve kendisi olmasına izin verilmeyen bu çocukların ileride sorunlu kişiliklere dönüştüğünü görmek sürpriz olmayacaktır.


Sırasıyla soluk sarı (Oğuz), kurşuni yeşil (Yeşim), kahverengi (Yusuf), turuncu (Elif) ve parlak kırmızı (Melike) perdeleri olan camlardan günün farklı saatlerinde dışarıya bakan bu beş sakinin bir diğer ortak noktaları ise haziran ayıdır. Kitapta gerçekleşen her olay bir haziran gününde olacaktır.


Astrolojide İkizler burcunun dönemine denk gelen haziran ayı ve bu burcun özelliklerinden birisi olan çift karakterlilik özelliğine kitapta şöyle rastlarız; her bir karakterin kendi gerçeklikleri ve Doktor Samimi’nin psikiyatrist kimliği ile öğrendiğimiz asıl gerçeklikleri vardır. Bu anlamda her karakterin çift karaktere / çift yaşama sahip olduğunu söyleyebiliriz. Her ne kadar bu çift yaşamdan yalnızca “hayali evreni” tercih etmiş olsalar da.


Buna Beş Sevim Apartmanı’nda oturan Beş Sevim Huriye Hanım’ın yaşadığı yaşam ile hayal ettiği dünya arasındaki dualitede de denk geliyoruz. Erkek bebek annesi olma arzusu ile yanıp tutuşan bu kadının hayali, beş kız çocuğuna sahip olmasıyla sonuçlanacaktır. Talihine küsen kadın, arzu ettiği yaşamın tersi bir dünyaya sahip olur ve anlamsız bir isteğe tutunmanın sonucunda sahip olduğu çocuklara da bakamadığı / bakmaya gücü olmadığı için onları da kaybedecektir. Ve böylece görürüz ki, bu tuhaf apartmanın isminin kaderi de daha sonraki sakinlerinin yaşamı gibi trajik bir sona ve anlama sahiptir.


Pürtelaş Sokağı, 17 numaradaki Beş Sevim Apartmanı’nın sayısı ise; sembol dilinde bir uyanışı temsil etmekte. Aslında bu anlamda bir uyanışı, okuyucu yaşamakta. Her ne kadar doğruluğundan emin olamasak da, karakterlerin cinperi hikayelerinin sonrasında okuduğumuz gerçek halleri ile bir nevi aydınlanmış oluyoruz.


Ayrıca kadim dünyada 17, sevgiyi ve huzuru ya da günahı ve şeytanı temsil eder. Bu anlamda kendi dünyalarında sevgiyi ve huzuru bulamamış her karakterin günaha ve adeta birer şeytana dönüşüne şahit oluyoruz.


Terk edilmenin, dışlanmanın etkisiyle ailelerine karşı öfkeli kişiliklere dönüşen mutsuz çocukların hikayesinde her birinin birbirine benzeyen travmatik olaylarını Doktor Samimi’nin gözünden öğrensek de yazar bizim, tüm bu yaşananların Doktor Samimi’nin dünyasında mı yoksa gerçekte mi olduğu konusunda kuşku duymamızı sağlıyor.


Çünkü en sonunda çalıştığı hastanede de istenmeyen ve bu nedenle kovulan birine dönüşen doktorun, kendini anlattığı günlüklerinden ilkinde fark ediyoruz ki bu kişilere yardım etmekten çok kendisinin yardıma ihtiyacı var ve bu nedenle bahsedilenler onun beyninde yaratılan yeni bir evren izlenimi vermekte. Aslında ilk andan itibaren her ne kadar bizlere anlattığı cinperi hikayeleri başta olmak üzere karakteri nedeniyle psikiyatrist olduğu konusunda inandırmasa da anlatı bu anlamda da okuyucusunu ikilemde bırakıyor çünkü finalde karşılaştığımız meşhur apartmanın yanması ve mahallelinin apartmanda beş kişinin yaşadığına dair söylemi ama yalnızca Doktor Samimi’nin cesedine denk gelinmesi, Cihangir’de bulunan bu Pürtelaş Sokağı sakinlerinin de gerçekliği hakkında bizi düşünmeye sevk ediyor.


Yunanca mythos / mitos (masal - hikâye) ve logos (söz) kelimesinden türetilen mitoloji; insanlığın yeryüzünde anlam veremediği olaylara bir anlam yükleyebilmek adına Tanrılar, kahraman, dev ve periler gibi yaratıklar yaratıp bunlarla ilgili hikayeler oluşturduğu bir hikayeler bütünü olduğu düşünülürse, tıpkı kitapta yer alan kişilerin de başlarına gelen olaylara bir anlam yükleyebilmek, yaşanan acı olaylarla yüzleşmekten kaçmak adına kendi mitoslarını oluşturduklarını görmemiz kaçınılmaz oluyor.


“Belki mucizelere inanmak hasta ruhların en iyi ilacıdır; ama mucizelere kanmak kimi zaman ölümcül bir hastalıktır.”


Ayrıca içinde bulunulan toplumun bazı bireylerinin ihmal edilmişliklerinin, ailelerinin maddi durumları, statüleri veya eğitim durumları fark etmeksizin onları cinayet işleyecek seviyeye getirdiği konusu da yazarın ne kadar sağlıklı bir toplumda yaşadığımız ve/veya toplum baskısı ile herkesin çocuk sahibi olması gerektiği inancının ne kadar doğru olup olmadığı konusunda düşünmeye sevk etmekte.


Her ne kadar mutsuz hikayelere konu olsa da

insan yaşamında sevginin, olduğu haliyle kabul görmenin, huzurlu bir ortamda yetişmenin bireyin psikolojisindeki etkisini bir kez daha anlamamızı sağlayan bu kitap, gerçek / kurgu arasında kararsız kalmamıza neden olsa da anlatılanların bir yerlerde gerçekten yaşandığını, mutsuz çocukların varlığının yadsınamaz olduğunu ve sıkı sıkıya tutunulan inançları hatırlatıyor.