'O' geldi.

Elinde bir demet gül.

Bülbül, gül'süz edemezmiş.

Güldüm.

Yine çalmıştı.

O'nun her parçası gibi, özrü de çalıntıydı.

Ona en sevdiğim çiçeğin hangisi olduğunu sordum.

Bir cevap veremedi. Bundan haberi dahi yoktu.

Anlatmaya başladım;

'Bulgaristan sınırı'nda güneşin en son gözden kaybolduğu noktada uzun beyaz bir kumsal.. Kayın ormanları.. Beyaz kumsalın insanlardan uzak kısmı üzerinde inci gibi dizilmiş mis kokulu beyaz zambak kümeleri. Her sabah beşte kumsala inip, onlara ulaşmak için yollara düşen insanlar...

Beyaz Zambaklar şehirde gördüklerimiz gibi değiller. Gece esen sert rüzgar ve korunaksız doğada yorgun, yıpranmış. Onlar gerçek zambak. Zarif ve Mis kokan. Şehirdekiler kusursuz ama öyle güzel kokmuyorlar.

İnsanlar onları toplayıp evlerine götürüyorlar ve bir hafta kadar tüm ev misler gibi beyaz zambak kokuyor. Sonrası malum. Şimdilerde nesilleri tükenme tehlikesi altında öyle her yerde rastlayamazsın Gerçek bir Beyaz Zambak a.

Ben hep o yabani beyaz zambakları sevdim. Yıpranmış, yorgun ama buna tezat bir şekilde hala zarif ve muhteşem kokan.


Ömrü naparsan yap bir hafta kadar.


Bir yaz gecesi dışarı çıkıcam, annem 'güzel kızım' dedi. Babam ise birden 'lanetli güzellik' deyiverdi. Annem babama kızdı şaşırmıştı. Ben ise dönüp baktım babama; 'senin güzelliğin kızım, sana üzüntüden başka bir şey getirmedi. ' dedi. Haklıydı.


Sonra düşündüm.

Bir de Manolya vardı.

Kusursuz, zarif ve yine misler gibi...

Ama yalnızca dalındayken.

Eline aldığında dağılıp parçalanıyor ve artk o güzel kokusu kalmıyor.

Manolya'ya bu yüzden kimse dokunamıyor.


O, yalnızca dalında yaşayabiliyor.


Manolya'yı daha bir seviyor şimdiki aklım.


Ve O'na döndüm:

"Bir de Güller var."dedim.

"Alabildiğine toprağın altına kök salan, fazlaca dayanıklı. Etrafa karşı kendini yabani dikenleriyle korumaya almış. Yani hep tetikte. Korunmada ve elinde olsa ağaca dönüşecek kadar yaşama kafa tutan. Şu elindeki demeti bir suya koysam kök salacak sanki.

Üç günlük dünyaya bu kök salma aşkı bu dayanma hevesi nedendir, bir türlü anlayamadım. Bu heves değil midir gülü her yerde yetişir kılan?.."

"Sen git", dedim 'O' 'na. " Sen git ve o demeti kendinle birlikte kök salıcak birine ver. Bilemiyorum, belki de seninle kök salma fikri berbat geldiğinden böyle konuşuyorum. Bu fikir beni boğuyor. Ama sen git yine de. "

"Benim arsız bir biçimde kök salma kaygım yok. Ben bu hayata direnmiyorum.

Ben, yaşama karışmak istiyorum.

Ben, doyasıya yaşama karışmak istiyorum. Ve bunu, çoğunluğun yaptığı gibi gülleri severek yapmayacağım.

Ben bunu, görülmeyen güzellikleri, detayları keşfederek yapacağım. O yüzden, en başta Sen, çalıntı edebiyatını ve o demeti al ve sonsuza dek git. "

Dedim.


Gülleri hiç sevmem. Oldum olası sevemedim.

Abartılan hiçbir şeyi sevmediğim gibi.

'O' 'nu da, kendini abarttığı için sevemedim. Ve ben, hiçbir zaman bir gül gibi kök salmak istemedim.

Tıpkı o yıpranmış, narin, mis kokulu zambaklar gibi hep yaşama karışmak istedim...

Hep denizi görmek, denize bakmak istedim.