Einstein, çağında iz bırakmakla birlikte tüm bilim tarihinde kendine güzide bir yer edinmiştir. Algısı, hayal gücü ve mantığı sınır tanımaktan uzaktı. Onu bir nehirle özdeşleştirsek dibine ulaşmak, bir yol dersek hedefe varmak güç olacaktı. Ancak Newton'a çok bağlı olması onu zincire vuruyordu. Akıl hocasının başta kullandığı 'sonsuz evren' modelindeki hatayı Edwin Hubble ve George Lemaitre zamanına kadar göremeyecekti. O, evrenin tek bir bileşene dönüşme sorununu çözmek için denklemlerine 'kozmik itme' tabirini soktu. Temelinde sistematik açıklamaların yer almadığı bu tabiri 'en büyük hatam' olarak nitelendirecekti. Einstein, Newton'ın mirasını ve kütle çekimini kusursuz hale getirdi. Daha önce bahsedilen üçlü sistemi açıklayabilmişti. Daha önceki evren modellerinde 'her şeyden bağımsız, kendi tıkırında işleyen zamanı' göreceli ve evrene bağlı zaman hale getirdi. Ona göre zaman kavramı evren ile başlamıştır. Çünkü madde olmadan süreç olmaz diye düşünmüştür. Uzayın bükülmesi konusunda da benzersiz bir açıklama yapmıştır. Kütlesi olan cisimler uzayı çökerterek etkiler. Boşluktan ibaret olmayan uzay, kütle ile karşılıklı etkileşim halindedir. İki boyutlu, gergin bir çarşafın üzerine koyulan nesnenin kütlesiyle doğru orantılı olarak çöker demek bu durumu açıklar. Bundan yola çıkarsak uzayı en fazla çökerten Güneş'in etrafında dönmemiz gayet anlaşılır olmaktadır. Ancak bu durumda evrenin durağan olması gerekir. Aksi takdirde evren tek bir noktada çökmek zorundadır. Einstein'ın geleneksel evren modelinin son kırıntılarını süpürüp çöpe atan açıklamaları Lemaitre ve Friedmann'a yol göstermiştir.


Verilen bilgilerden yola çıkarak birkaç soru sormak gerekir. Evrenin sınırları insan zihniyle hayal edilebilir mi? Nereden başlayıp nerede biter? Evrenin başlangıcından sonuna gitmek için ne kadar süre harcamak gerekir? Bu sorular Albert Einstein'a kadar kimsenin zihninde vücut bulmadı. Yirminci yüzyılın ilk çeyreğine kadar kozmos düşüncemiz ya Aristo ve Ptolemy'nin ileri sürdüğü sınırlı küçük bir evren ya da sınırları olmayan, kütle çekim sorusundan kaçmak için, bir evren fikri ile sınırlıydı. Genişleyen bir evren fikri kimseye nasip olmadı. Aslında Isaac Newton'ın formülleri genişleyen bir evren fikrini öngörüyordu. Denklemlerin ona gösterdiği kapıdan geçmedi tıpkı daha sonra Einstein'ın geçmemesi gibi. Bu cesareti gösterenler Rus Friedmann ile Belçikalı Lemaitre oldu.


Lemaitre inşaat mühendisliği okumaya niyetlense de savaşın çıkması hevesini kursağında bıraktı. Topçu subayı olarak geçirdiği dönemde zekasını ortaya koyarak üstün hizmet madalyasına layık görüldü. Bu sizi yanıltmasın. Lemaitre savaşçı değil bilim insanıydı. Matematik, fizik ve astronomi ona çok çekici geliyordu. Ayrıca oldukça dindar biriydi. Matematik alanında doktora aldıktan sonra Katolik Kilisesi onu görevlendirdi. İlk doktorasını aldıktan sonra Cambridge'te Eddington'dan, Harvard'ta Shapley'den astronomi öğrendi. 1922 yılında Friedmann'ın hesaplamalarını gözden geçirmesiyle birlikte evrenin genişlediğini düşünmeye başladı. Ona göre evrenin başlangıçta sonsuz yoğunlukta ve sıcaklıkta olduğu sonucuna vardı. Bu da evrenin ilk zamanlar derecede küçük ve yoğun bir nokta olduğunu ortaya koydu. Bu düşüncesi ona acı bir hatıra bırakacaktı ileriki yıllarda.


1927 yılına gelindiğinde Lemaitre, Einstein'ın formülleri ve Friedmann'ın çözümlerini harmanlayarak evrenin genişlemesi konusunda bir makale yazdı. Bu müthiş bir buluştu ona göre. Öyle heyecanlıydı ki bir an önce Einstein'ın karşısına çıkmak istiyordu. Newton'ın göremediğini görmüş, bulamadığını bulmuştu. 'Kozmik itmeye gerek yok, Einstein' demek istiyordu. İstediğini elde etmişti. Aynı yıl o büyük bilim insanıyla karşılaştı. Düşüncelerini anlattıktan sonra Einstein ona şu hançer gibi cümleyi söyledi: "Matematiğiniz doğru, ama fiziğiniz berbat."


Lemaitre'nin intikamını almadan önce uzak geçmişe göz atmak gerekir. Evrenin yaşı hakkında yürütülen fikirlere göz atmak gerekir. Bildiğiniz üzere insan geçmişini merak eden bir hayvandır. Günlük hayatta bile dönüp dolaşıp varacağımız kürkçü dükkanı tarih olmaktadır. Habsburg Hanedanı'nın tarihi kadar çekici bir konu varsa o da evrenin tarihidir. Merak, hayal gücü ve tahminler evren hakkında düş kurmaya yetmeyeceğinden kaynaklarla beslenmek gerekir. İnsanlığın elindeki kaynaklar belli bir döneme kadar İncil'le sınırlıydı. Kendi iç mekanizmasında tutarsız da olsa bir kronolojiye sahip olan İncil bu konuda bir kilometre taşı oldu. 17. asırda Piskopos James Usher, Adem'in yaratılışından geçen süreyi hesapladı. Ona göre evren M.Ö. 4004'ta yaratılmalıydı. Minos'un o dönemde kurulmuş olması bile bu savı çürütmeye yeterlidir. Kayserya Piskoposu Eusebiusa'ya göre M.Ö. 5203'te, Julius Africanus'a göre M.Ö. 5504'te yaratılmalıydı. Rabbi Jose Ben Halafta ani ve cesur bir kalkışmayla M.Ö. 3760'a getirdi takvimleri. Tarih bilimi o zamanlarda günümüze kıyasla daha sıkboğaz olduğundan kimse çıkıp 'Hocam iyi, hoş söylüyorsunuz. Ancak Sümerlere ne demeliyiz?' demedi. Astronomlar ile astrofizikçilere umut bağlamamanızı tavsiye ederim. Kepler yaratılış anında Güneş'in Dünya'dan uzakta olması gerektiğini düşünüyordu. Aynı zamanda koç takımyıldızının başında olmalıydı. Kepler'in takvim yaprağı M.Ö. 3993'ü gösteriyordu. Newton'ın ölümünden sonra yayımlanan kitabına göre M.Ö. 3998 doğru tarihti. "Meğer ne güzel sallamışsınız kısacık ömrünüzde." demeden önce temel aldıkları kaynakların İncil, Heredot'un Historia'sı ve basit hesaplamalar ile sınırlı kaldığını bilmek gerek. Peki evrenin başlangıcını altmış asır öncesinden geriye götürmemize sebep olan şey nedir? Bu sorunun cevabı kısaca Doppler etkisi ve Big Bang Teorisi'dir.


Doppler etkisi bilimsel materyallerde kapsamlı bir konu olmasına karşın özet geçmek zorundayım. Yaklaşan ve uzaklaşan cisimlerin dalga boyunun değişmesiyle aldığı haldir. Yaklaşmakta olan ışık kaynağının dalga boyu kısaldığından ışık spektrumundaki yeri maviye kayar. Uzaklaşmakta olan cismin dalga boyu uzadığı için ışık spektrumundaki yeri kızıla yakındır. Gözlerimiz biraz daha hassas olsaydı aynısını günlük hayatta gördüğümüz taşıtlar için de söyleyebilirdik.


Lemaitre'nin intikamına geri dönelim. Edwin Hubble Wilson Dağı'ndaki gözlemevinde çalışıyordu 1929 yılında. Hubble'a göre evrenin mükemmel kurgusunda gereksiz bir bilgi ile karşılaşmayacağı kesindi. Hubble o günden beş sene önce Samanyolu'nun evrendeki tek galaksi olmadığını dolaylı yöntemlerle muazzam uzaklıklarda olsa da açıkladı. O gün de büyük bir keşfin kapısındaydı. Yıldızların kızıla kayma oranı sandığının aksine belli oranlara bağlıydı. Yıldızların bizden uzaklığı ölçüsünde kızıla kayıyordu. Bütün yıldızlar kızıla kaydığından demek ki evren genişlemekteydi. Yukarıda anlattığım Doppler etkisinin gerçeğe ilk kez dökümü olan bu olay Lemaitre'nin savını doğrulamaktadır. Lemaitre için savaş alanı hazırlanmıştı artık.


Lemaitre 1927'deki hezimetinden sonraki altı yıl boyunca kozmolojik verileri toplayıp Hubble gözlemleri ile birleştirerek Büyük Patlama kuramını attı ortaya. 1933 yılı geldiğinde dersine iyi çalışmış bir Lemaitre vardı artık. Einstein berbat bulduğu fiziği düzelmişti. O yıl Kaliforniya Üniversitesi'nd Hubble, Einstein ve Lemaitre adındaki üç büyük dahi bir araya geldi. Lemaitre konuşmasını bitirdiğinde intikamın en tatlı halini almıştı. Einstein ayağa kalkıp "Yaratılışla ilgili şimdiye şimdiye değin duyduğum en güzel ve tatmin edici konuşmaydı." dedi.