Seninle beraber senin içinde kayboluyoruz biz. Ruhunun kıyısında, uzun bakışlarla ay ışığına sığınıyoruz belki de birbirimizden habersiz.
Bakmadan ilerliyoruz hislerimize, onların aynamız olduğunu unutup dile getirmeyi dahi zayıflıktan sayıyoruz. Halbuki ne konuşmak ne de uzaklaşmak, bize iyi gelecek şeyin içimizden geçenlere tercüman olacak şiirler olduğunu bilmiyor muyuz?
Yaşarken değil en çok kaçarken yoruluyoruz biz. Kopup gidiyoruz mısraların en güzel yerinde, üstelik emin olmadığımız yollardan, tüm kararlılıkla, kendini harcarcasına, yaşanması olası tüm mutlulukları çöpe atarcasına, ardımızda bıraktığımız saatleri önemsiz sayarak kaçıyoruz... Sen de tükeniyorsun belki, bana haykırasın da geliyor ve tek bir sözümü bekliyorsun ama dedim ya gidiyorsun, sana haykırmak istediğim odalarda koca bir boşluk, küçük bir sükûnet olup havaya karışıyorsun.
Karşılaşmaların mucizesi hatta tesadüflerin derin pişmanlığı, merak etme sevgili, hepsinin içinde dolu dolu varız. Öyle güzel planların habercisi olurdu ki sözlerim hayran kalırdı duyan kulaklar ama şimdi yalnızca plağımdaki şarkıyız, sesi huzur veren, mutluluğu yine dakikalarla sınırlı...
Kısacık ömrüme biçilmiş en büyük bilinmezim, en büyük sır perdem, yarımların birleşimiyle bile yarım kalan acı bir iç çekiş olan sen, başlamadan bitmiş bütün hikâyelerin sadece vurucu yerlerini ele alan, en anlamlı sözleri geride bırakmaya yemin etmiş bir özetinden ibaretsin artık sen. Yıldız tozlarından bir parça. Evrenin uçsuz bucaksız topraklarından denk getirip yanımdan geçip gidecek bir yabancı...