28 Şubat 2015 Cumartesi
Komodinin üzerinde duran abajurun ışığı yardımıyla bu satırları yazıyorum sana, canım sırdaşım.
Selamlar olsun!
Saat gece ikiye geliyor ve ben kaldığım odaya daha yeni girdim. Çok yorgunum inan, hem mental hem fiziksel olarak bitmiş vaziyetteyim. Günün ilk yarısından daha felaketti ikinci yarısı, bitmek de bilmedi zaten. Ağlamayı kesip kendimi biraz toparlayabildikten sonra seni valizimden çıkarıp yeniden kaleme sarıldım. İlk gençlik yıllarımda günlük tutma gibi bir alışkanlığım yoktu, keşke olsaymış. Sanki buraya böyle aklıma gelen her şeyi bir bir yazınca içimden bir yük kalkmış gibi hissediyorum. Kimseyle paylaşamadıklarımı, içimde biriken her şeyi yazmak beklediğimden daha etkili bir terapiymiş, inkâr edemem. Bugün de yine kimseye bahsedemediklerimden bahsedeceğim sana, ailemin ölümünden.
Öğlen saat üç sularında sana yazmayı bitirdikten sonra kapağını kapatıp klasik yerine, çantamın içine yerleştirdim. Sabah yaşadığım rezaletten sonra Ceyhun’un yüzüne bakabilecek cesaretim yoktu, eve dönmek istediğimden de emin değildim. Ne kadar utanmaz biriysem, defterim, sırf Ceyhun’un elini belime koyuşu aklımdan çıkmadığı için gitmek istemiyordum. Tekrar böyle bir his yaşamak istiyordum içten içe, lisede flört eder gibi yeniden bir şey olsun da kalbimi yerinden çıkaracak bir şeyler yaşayalım arzusundaydım. Rezil biriyim, söylemene gerek yok. Kendimi tam da liseye dönmüş gibi hissediyordum, üst sınıflardan birini umutsuzca beğenmeye başlamışım da ders aralarında kalorifer peteğine yaslanıp flört edecek materyal bulmaya çalışıyorum gibi… Dedim ya, rezilin de reziliyim.
Nedense aklıma Leyla geldi sonra, Ceyhun’un baş ucundaki kitabı muhtemelen o almıştı. Evde elimi neye atsam ona ait çıkıyordu zaten, üzerimdeki eşofman bile onundu. İçimi derin bir merak kapladı, nasıl bir kadındı acaba? Nasıl saçları vardı, boyu uzun muydu acaba benim gibi? Ceyhun da fazlasıyla uzun bir çocuktu, onun yanında nedense kısa boylu bir kadın hayal edemiyordum. Ne özel yapmıştı acaba bu kadını, neden Ceyhun bir türlü unutamıyordu? Kendi evini bile onun anısına abideye çevirmiş gibiydi, ona ait hiçbir şeyi atmamışa benziyordu. Neydi bu büyülü kadın böyle, nasıl bir aşktı bu?
Bu sorulara belki bir nebze cevap bulabilirim diye sosyal medyada araştırmaya karar verdim. Ceyhun ile birbirimizi eklemiştik, acaba Leyla hâlâ ekli miydi onda? Ben eskiden görüştüğüm erkeklerin hiçbiriyle sosyal medya üzerinden görüşmüyordum, normalin de bu olduğunu düşünüyorum ne yalan söyleyeyim. Ancak Ceyhun’un hesabında Leyla isimli biri vardı, gelinlikler içerisinde sarışın bir kadın. Doğru Leyla mıydı bu kadın bilemedim, başka da fotoğraf yoktu zaten. O esnada kapım tıklatılınca fazla irdelemeden telefonumu kapattım, gelen Ceyhun’du.
“Müsait misin?”
“Evet…”
İçeri girip yatağın kenarına oturdu. “Sana sinirli değilim, özrünü kabul ettim. Sert davranıp kalbini kırdıysam özür dilerim.”
“Asıl ben özür dilerim, Ceyhun, hatalı olan benim.”
Gülümsemişti. Ayaklandı yeniden. “Yemek yiyelim mi?”
Ben de doğruldum. “Olur.”
Birkaç saat içerisinde böylesine yumuşaması, üstüne üstlük bir de özür dilemesi inanılmazdı, defterim. Eğer benim ona yaptığımı o bana yapsaydı sinirimin ve kinimin hiç kolay geçmeyeceğine emindim, hayret ettim. O böyle yumuşak, anlayışlı davrandıkça içimdeki hisler coşuyor; denizde bir dalga gibi yükseliyordu. Çok saçma, biliyorum, ancak keşke bana karşı bu kadar iyi olmasaydı. Onu yalnızca mirastaki rakibim ve hiç tanımadığım bir insan gibi görürdüm o zaman, her şey çok daha kolay olurdu.
Ceyhun’un kış bahçesi dediği bir odaya giriş yaptığımızda, yemeğimizi bu hiç görmediğim yerde yiyeceğimizi anlamıştım. Boydan boya cam ile kaplı; dört kişilik bir yemek masası, iki kişilik koltuk, minik bir sehpa ve ısıtıcıya ev sahipliği yapan bir odaydı burası. Camlar direkt bahçeye açıldığı için yazın da kışın da kullanılabilecek güzel bir yerdi. Kendi seksen metrekarelik fare deliğimi düşününce sınıf kinim yeniden büyüdü ki hiç söylememe bile gerek yok sanırım. Yıldız abla yemeklerimizi masaya koyarken sandalyeyi çekip yavaşça yerime kuruldum. Bu akşam menümüzde köfte, pilav ve patates püresi vardı. Bir çatal aldım püreden, çok güzel olmuştu.
“Hale halanın yaptıkları kadar güzel olamaz tabii, ancak Yıldız abla da pek lezzetli yapar püreyi.”
Hale hala dediği kadın benim annemdi, defterim, neden birden alakasız bir şekilde böyle bir şey söylediğini anlayamamıştım. Nitekim açıkladı.
“Annen hakkında hatırladığım birkaç net hatıradan biri, bir gün köye geldiğinizde onun yaptığı patates püresinden yemiştim. Hayatımda ilk kez yiyordum, mest olmuştum inan!”
“Ne zaman köye geldiğimizde yahu? Hem annem seni tanıyor muydu?”
“Tabii ki tanıyordu!”
Duraksamıştı Ceyhun, ikimiz de oldukça şaşkındık. İnan bana sırdaşım, daha evvelden bilmiyordum annemin de Ceyhun’u tanıdığını ve hatta kendi elleriyle yemek yaptığını. Garipsemiştim, ailede yalnızca ben ve Başak tanımıyorduk herhalde Ceyhun’u.
“Dokuz on yaşlarında falandım, Hale ve Nur hala bizim evimize gelmişlerdi. Dedem de vardı, bir tartışma dönüyordu sanki. Annen önüme yemeği koyup başımı okşamıştı. Nur halayı birkaç defa daha gördüm ancak anneni bir daha, düğünler hariç, gördüğümü hiç hatırlamıyorum.”
Nur hala dediği Başak’ın annesi, benim de öz teyzemdi.
“Annem Hale halayı çok severdi, sizin ailedeki en düzgün insan olduğunu söyler dururdu. Vefatından önce tanımayı çok isterdim kendisini…”
Duraksamıştım, defterim; Ceyhun’un, amacı bu olmasa da, kurduğu son cümle beni hassaslaştırmıştı. Teyzem pek fena bir kadındı, haklıydı Ceyhun’un annesi. Annem yanında melek gibi kalırdı ki zaten melek gibi bir kadındı. Bir süredir yoklamayan anne özlemi, burnumun direğini sızlattı o an. Annemi çok özlemiştim. Şimdi yazarken yine gözlerim doldu, iyi mi?
Annemler, teyzemler ve anneannem araba kazasında vefat ettikten sonra kimse bana iyi misin diye sormadı, nasıl hissettiğimi merak etmedi kimse. Çok acı, biliyorum, çünkü hep başkaları için güçlü durmak zorundaydım. Başak için güçlü durmak zorundaydım, mesela, o benim kadar baş edemiyordu çünkü annesinin vefat etmiş olmasıyla. Onu ayakta tutmak için kendimi hep erteledim. Kendimi kötü hissetmeye hakkım yok gibi hissediyordum, ne acı, ben kötü hissedersem Başak’ı ayakta tutacak hiçbir şey kalmazdı çünkü. Ben güçlü durdukça kimse bana sormadı Büşra iyi misin diye, daha çok Başak nasıl diye sordular, borçlarını nasıl kapatacaksın diye sordular. Asla Başak’a kinli ya da sinirli değilim, bilakis, kendime sinirliyim daha çok. Onca çabama rağmen onu hayatta tutamadım. Borçlarımı da halledemedim zaten, kendim de iyi olamadım. O günlerde bastırdığım duygularımın hepsi karakterime yerleşti ve beni yaşanması zor bir insan hâline getirdi. Çünkü çok küçüktüm, defterim, bu olaylar yaşandığında.
“Henüz 18 yaşındaydım o kaza yaşandığında…
Üniversiteye yeni başlamıştım, Bursa'da okuyordum. Başak ise üniversite ikinci sınıftaydı, İstanbul'u tutturmuştu o.
Hayatımız güzeldi… Okuyorduk, tatillerde Gaziantep'e dönüyorduk, ailemizi görüyorduk, maddi destek alıyorduk.”
Sesim titriyordu, defterim, bu bahsettiklerimden daha evvel kimseye bahsetmemiş olmanın ağırlığı vardı üzerimde. Cümleleri nasıl kuracağımı bilemiyordum, söylediğim her söz sanki çok eğreti duruyordu ağzımda.
“Kaza haberini ilk Başak aldı, köyden aramışlar. Zincirleme kaza olmuş köyde, arkadaki araç bizimkiymiş. Apar topar şehre döndük tabii, soluğu hastanede aldık. Bazı geceler aklıma o hastanede sabahladığımız, umut ve endişeyle beklediğimiz günler gelince uykum kaçıyor. Henüz on sekiz yaşındaydım, Ceyhun, dünyanın kaç bucak olduğunu öğrendiğimde.”
“Ben de…”
Ceyhun’un bu kısa dönütü şaşırmama sebep olmuştu. Duraksadım, defterim, ben de derken ne demek istediğini idrak edememiştim. Birbirimizin hayatı hakkında, henüz tanıştığımız için, pek bir fikrimiz yoktu takdir edersin ki. O an onun ailesine ne olduğunu hiç bilmediğimi ve bunun hakkında hiçbir soru sormadığımı fark ettim. Bu yeni ortaya çıkan ilginç hısımlarımı çok çabuk kanıksamıştım.
“Hastanede seninle Başak’ı gördüğümü hatırlıyorum ancak sizin yanınıza gelecek gücü kendimde bulamadım. Neticede beni hiç tanımıyordunuz.”
“Sen de mi hastanedeydin?”
Gülmüştü Ceyhun, alaycı bir gülüştü bu. “Ah, Büşra, sahiden hiçbir şeyden haberin yok! O zincirleme kazada öndeki araba annemle babamın içinde bulunduğu arabaydı, bunu bilmiyor muydun?”
Şok olmuştum, sırdaşım, tabii ki bilmiyordum. Ceyhun’un ailesini daha evvelden tanımamamın yanı sıra, onların varlığı bir sır gibi saklanmıştı benden ve Başak’tan. Nedenini bilmiyorum, bizden gizlemeleri için hiçbir sebep yoktu aslında. Annemle teyzemin isteğinden dolayı köyden çok bağımsız büyümüştük biz, hatta bir süre sonra bayramlarda bile gitmeyi kesmiştik. Eğer uydurmuyorsam, hayal meyal hatırlıyorum, annemin dedemle arası da pek iyi değildi.
“Nasıl yani, ciddi misin?”
“Dedem bu kazadan evvel miras kalan tarlayı taksim etmiş aslında, ileride doğabilecek sorunları önlemek için. Bu tarlaları görmeye giderken köyün sapa yolunda babam kontrolü kaybetmiş ve şarampole yuvarlanmışlar. Ben ve ailem hakkında bu kadar bilgisiz olman çok şaşırtıcı, iyi ki hastanedeyken yanınıza gelmemişim.”
Şaşkınlıktan küçük dilimi yutmak üzereydim. Bırak üvey akrabalarım olmasını, miras meselesinden de zerre haberimiz yoktu ki bizim. Tarlanın varlığı, dedemin onu pay etmiş olması, annemlerin de görmeye giderken o kazayı geçirmiş olduğunu hiç bilmiyordum. Bizi bu kadar ailemizden uzak büyütmüş olmaları, henüz bir genç kızken hiç üzüldüğüm bir şey değildi; ancak miras meselesinde Ceyhun’un karşısında inanılmaz bilgisiz kalıyordum.
“Hayat çok tuhaf, değil mi?” dedi. “Eğer o gün o kazayı geçirmeselerdi her şey çok farklı olurdu. Seninle tanışmamış olurduk, dedemin pay ettiği hakkımızı alıp bir kenara çekilirdik.”
Bu cümle beni çok etkilemişti defterim, içimin titrediğini hissettim. Tüylerim diken diken olmuştu, sahiden hayat çok tuhaftı. Annemle babamı yitirmediğim evrende Başak’ı da kaybetmeyecektim, Ceyhun’la muhtemelen hiç tanışmamış olacaktım, hayat standartlarım bu kadar düşmemiş olacaktı. Sadece bir olay, bir ufacık olay bile ne biçim sonuçlar doğurabiliyordu böyle.
Normalde çok sık ağlayan biri değilim, sırdaşım, hele ki başkalarının önünde hiç ağlamam. Ancak tutamamıştım kendimi, hüngür hüngür ağlamaya başlamıştım. Elimde tuttuğum çatalı tabağın kenarına bıraktıktan sonra ellerimi yüzüme kapattım. Bir yandan kendime hâkim olamıyordum, öte yandan Ceyhun’un ağladığımı görmesini de istemiyordum. Canım çok yanıyordu defterim.
“Ağlama ne olursun. Ah, aptal kafam, konuyu açarak üzdüm seni!”
Ceyhun’un da sesi titriyordu. Yanaklarımdan süzülen yaşları parmaklarımla yavaşça sildikten sonra yüzüne baktım, gözleri dolmuştu. Yanında duran peçetelikten bir peçete uzattı gözlerimi ve burnumu silebilmem için. Uzun süredir ağlamıyordum, defterim, sanki bu anı beklercesine birden patlayıvermiştim.
“Teşekkür ederim…”
Uzun, boğucu bir sessizlik oldu; arada burnumu çekmemden başka bir ses yoktu masada. Ne diyeceğini bilememişti tabii çocukcağız, böyle birden zırlamamı beklemiyor olmalıydı. Ne yalan söyleyeyim, sırdaşım, ben bile beklemiyordum bunu. Bu zamana kadar Ceyhun’un varlığından haberdar bile değildim, fakat yine de, bir noktada ortak bir geçmişi paylaştığım birinin bu konuyu açması beni hassaslaştırmıştı. En yakın arkadaşım Hazan’la bile, ki kendisi ailemi kaybettiğim zaman yaşadıklarımı birinci elden görmüş biri, bu konuyu konuşmaktan imtina ediyordum. Epeyce bir vakittir kimseyle paylaşmadığım hislerim sonunda patlamış, beni boğmaya başlamıştı. Bunun Ceyhun’un karşısındayken yaşanmasını istemezdim, fakat delicesine konuşma arzusuyla doluydum.
“Lisedeyken ailemden çok bağımsızdım. Herkes üniversiteyi kazandığımda ailemden uzakta okumanın beni hiç etkilemeyeceğini, onlardan uzakta pekâlâ çok rahat bir hayat kuracağımı düşünürdü.
Bence Büşra sizi sevmiyor, derdi teyzem anneme, şakayla karışık. Biricik kızlarını bağımsız, kendine yeten biri olarak yetiştirmeye çalışırlarken kendinden başka her şeye ilgisiz, soğuk, mesafeli bir kadın olup çıkmıştım.
Ergenliğe girdikten sonra çok kopmuştum ailemden, bu doğruydu. Okuldan eve gelince onlardan ayrı yemek yiyebilmek için bahaneler uydururdum. Odamdan çıkmazdım, yalnızca kitap okur veyahut müzik dinlerdim. Babamın zaten gün içinde yüzünü pek görmüyordum, görmek için bir çabam da yoktu. Annemle de aynı evde yaşayıp da koskoca bir hafta boyunca hiç ama hiç konuşmadığımızı bilirim.”
Ceyhun’la konuşurken ilk defa hiç es vermeden bu kadar uzun konuşmuştum, pürdikkat beni dinliyordu. Yüzüne bakamıyordum Ceyhun’un, içimi dökmek ayıp bir şeymiş gibi utanıyordum. Az önce gözlerimi sildiğim peçete avucumda ufalmışken biraz daha sıktım parmaklarımı. Çok yorgun hissediyordum.
“Pek anlaşamazdım ailemle. Uzunca bir süre savaştım düzeltebilmek için ancak her konuda onlardan farklıydım. Bir noktadan sonra ise bıraktım, Ceyhun, bıraktım öylece. Çabalamayı kestim.”
“Neden anlaşamıyordunuz?”
“Bilmem.” İstemsizce omuz silkmiştim, ergenliğime geri dönmüş gibiydim. “Birilerine ait ve ona karşı sorumlu olmak beni yoruyordu. Aileme karşı sorumlu olmak istemiyordum, hareketlerimin mesuliyeti yalnızca bana ait olsun istiyordum. Kimseye hesap vermek istemiyordum, kimseye bağlı yaşamak istemiyordum. Hâlâ da öyleyim ya…
Aşkta yüzümün bir türlü gülmemesinin bir sebebi de bu. Çok zor biriyim, Ceyhun, neden böyleyim bilmiyorum ancak ezelden beri böyleyim.”
Biraz çekinerek gözlerimin içine baktı, ela gözleri nemlenmişti. Hikâyemin birini ağlatacağını asla düşünmezdim, herkesin başına gelebilecek şeylerdi bunlar neticede. Ya Ceyhun’un hassas bir yerine dokunmuştu söylediklerim ya da dışarıdan göründüğünün aksine duygusal bir adamdı.
Masamın üzerine duran elime yeltendi, bakışlarını gözlerimden çekmeyerek. Sanki benden icazet istiyor gibi bir hâli vardı, fakat ben bunları düşünecek vaziyette değildim. Bir hamleyle uzanıp parmaklarımı avucunun içine aldı.
“Kendini suçlama, ergenlik zamanında hepimiz bir parça bağımsız olmuyor muyuz zaten?”
“Keşke bir parça olsaydı… Kendimi bildim bileli tek tabancayım, Ceyhun, artık kendi kendime yetmekten yoruldum. Ben büyürken kimse bunun ne kadar zor olduğunu söylememişti!”
Sessizlik olmuştu, hâlâ elim avucunun içindeydi. Bir güç arıyormuşçasına tenime değen parmaklarını hafifçe sıktım. Daha da kuvvetlice kavradı elimi, hayatımda tanıdığım en merhametli insandı.
“O kaza olduğunda sağdan soldan duyuyordum, herkes Büşra zaten atlatır ancak Başak çok düşkündü ailesine, ne yapacak yavrucak diyordu. Tabii Büşra güçlü, Büşra bağımsız, Büşra bir şekilde halleder, hatta Başak’a da Büşra göz kulak olur.
Ben de düşkündüm Ceyhun aileme! Düşkünmüşüm daha doğrusu, onları kaybedince fark ettim. Fakat yıkılmaya iznim yoktu, güçlü durmam gerekiyordu. Kendi çabamla, burs verenlerin kapısında ağlayarak, ondan bundan borç alarak, geceleri bir işte çalışarak okulumu bitirdim. Yetmedi, yerle bir olmuş Başak’a da ben baktım. Sanki benim ailem de ölmemiş gibi, para bulabilmek için bin parçaya bölünmüyormuşum gibi her hafta İstanbul Bursa arasında mekik dokudum. Ancak yetemedim Başak’a, Ceyhun, kurtaramadım onu. Engelleyemedim intiharını, yapamadım. Başak’ın cenazesinde de herkes aynı şeyleri söylemeye devam etti, Büşra hallediyor da Başak dayanamadı. Ben de dayanamadım Ceyhun, ben de dayanamıyorum!”
Gözyaşları birer birer gözlerimden düşerken kendimi dizginleyememiş, son cümlede çığlık atar gibi çıkmıştı sesim. Ayağa fırladı Ceyhun ve aramızdaki mesafeyi kapatarak yanıma gelip bana sıkı sıkı sarıldı. O da ağlıyordu defterim, yetmezmiş gibi çocukcağızı da ağlatmıştım. “Çok üzgünüm Büşra yaşadıkların için…
Ben en azından dedemin yanındaydım, dedem bana destek oluyordu. Neden sormadın dedeme, sana da yardım ederdi.”
Ağzımdan histerik bir kahkaha kaçıvermişti. Ceyhun’un kolları benim kollarımı sararken göğsüne başımı yasladım. O da hiçbir şey bilmiyordu.
“Teklif etmedi ki… Başak’ın intiharından evvel birkaç ay ikimize de maddi destekte bulundu ancak sonra arkası kesildi bunların.”
Kollarını gevşetip yüzüme bakmıştı Ceyhun, beklemiyor olmalıydı. Yavaşça yanımdan ayrılıp geri yerine oturmak için yeltendi, yüzü allak bullak olmuştu. Onun kafasında gerçek torun olmayan oydu çünkü, dedem yalnızca ona kötüydü zannediyordu. Halbuki dedem, mekânı cennet olsun, hiç iyi bir insan değildi. Esasında bana miras bırakmış olması bile tuhaftı.
“Üniversitede son sınıftayken heves ettim, mezuniyete gitmeye karar verdim. En yakın arkadaşım Hazan’ın da desteğiyle elbise aldım, gidilecek mekânın parasını verdim ucu ucuna. Tabii ay sonuna para kalır mı, kalmadı. En son çare utana sıkıla dedemi arayıp durumu anlattım, biraz para göndermesini rica ettim. Ben mi dedim sana mezuniyete git diye deyip telefonu yüzüme kapattı.
Bazen miras parasını ikimize de helal etmemiş diye düşünüyorum, Ceyhun, tam da Kemal Bey’in yapacağı türden bir hareket bu. Eğer helal etseydi şu an içinde bulunduğumuz çıkmaza girmezdik.”
Gülmüştük, sırdaşım, boğuk bir gülüştü dudaklarımızdan salınan. Durumun bu denli trajikomik olması ikimizin de ne kadar bahtsız olduğunu gözler önüne seriyordu. Dedem sahiden ölüm döşeğindeyken bunu yapmış olabilirdi, asıl hedefinin parayı mezara götürmek olduğuna adım kadar eminim çünkü. Ölmüş adamın arkasından böyle konuşmak saygısızlık, biliyorum, hatta ve hatta onu özlüyorum da. Ancak yine de beni nasıl yüzüstü bıraktığını unutamıyorum bir türlü.
“Ben içinde bulunduğumuz çıkmazdan oldukça memnunum Büşracığım.” Nemli gözlerini kuruladıktan sonra bir kez daha gülmüştü Ceyhun. “Birbirimizi tanıma şansı bulduk neticede.”
Utanmıştım, sırdaşım. “Haklısın…”
“Geçmişte kimse bize kol kanat germemiş olabilir, ancak en azından artık birbirimize sahibiz.”
Yaşadığım duygu karmaşasını kelimelere dökmek çok zor, defterim, kalbim hızlı hızlı çarpmaya başladı bunu duyunca. Bir dakika içerisinde üzüntü, utanç ve heyecan duygularını peş peşe yaşamış olmanın verdiği allak bullak ifadeyle Ceyhun’un yüzüne baktığımda samimi bir şekilde gülümsediğini gördüm.
İşte böyle sırdaşım…
Yemeğimizi bitirdikten sonra biraz havadan sudan sohbet ettik ancak konuştuğumuz konuların verdiği ağırlık hiç kalkmadı üzerimden. Esasında odaya geçerken aklımda olan tek şey uyumaktı ancak yaşananları seninle paylaşmadan uyumak istemedim. Hayat çok tuhaf, sırdaşım, 26 sene boyunca hiç tanımadığım birine kimseye açamadığım dertlerimi döktüm bir bir. Bunların içimde hâlâ büyüdüğünden bile haberdar değildim, sanki konuştukça çözüldü bütün düğümler. Kendimi ferahlamış hissediyorum ve şimdi tek isteğim deliksiz bir uyku çekmek. En azından yanındayken güçlü numarası yapmak zorunda kalmayacağım birine sahip olmak, bu gecenin en güzel kazancı oldu.
İyi geceler defterim!