Günümüz itibariyle kurduğumuz ve yaşadığımız hayatlar biraz da modernleşmek uğruna kendimize ait olanı bir parça arka plana alarak yaşadığımız bu hayatlar, bize ne kadar ait? Bilhassa, Metropolitan hayat üzerinden gidersek kurulu bir sistem üzerinde yaşayan canlılarız. Ne kadar ürettik ne kadar hak ettik ve ne kadar var olduk? Herkes, kendi kaderinin bir parçası olarak mı yaşayabiliyor bu kurulu düzlem üzerinde, yoksa hasbelkader yaşayıp gidiyor mu öylece başkalarının kurgusunda? Burada olmak, bir şeylerin kazanılması veyahut bir birikimin tezahürü mü?  


İnsanın zihnini donduran bu yavaşlık, kalabalığa karışmak, tanınmamak, bilinmemek öylesine herhangi biri olarak sokaklarda yürüme isteği uyandırıyordu. Sadece gün batımını izlemek için, şehirden uzaklaşmaya gerek kalmadan, yolda yürüyüp giderken güneş kıpkızıl batıyordu. O an için manzaranın içinde olmak bile insanda başardım hissi uyandırıyordu. Bir nebze de olsa insana kendi rutinlerinden farklı ve özgür bir alan sağlıyordu. Öte yanda, derin bir kuyuya giden labirentler gibi, ilerledikçe daralan ve soğuyan geçitlerde sessizleşen ve yalnızlaşan sırf kendine ait gerçeklerin aydınlığı ile bu yeraltı karanlığında geçirilen zaman ne kadar hızlı akabilirdi ki?


En kötü senaryo kendi gerçeklerinle bir kalmaksa, o zaman kendi gerçeklerin geniş bir akvaryum gibi anlam ifade etmeli ve yaşamaya elverişli olmalı. İnsanların korktukları ve bu nedenle kaçıp uzaklaştıklarının aksine, kendine ait bir oda gibi, gerektiğinde sığınabileceğin bir yer olmalı.