Bahaneler…

Kendimiz bile kandırmaktan çekinmediğim o koca yalanlardan bahsediyorum. Çıkarlarımız, cesaretsizliğimiz, kendimize güvenmeyişimiz bizi kolayca bahaneler üretmeye sevk ediyor.

Yoktan var ettiğimiz bu bahaneleri başkalarına kabul ettirmek kolay. İnanmasalar da inanmış gibi yapabilirler. Peki kendimize nasıl kabul ettirebileceğiz? Kendimizle baş başa kaldığımızda o bahanelere nasıl sığınabiliriz ki? Mümkün mü bu? Sanmıyorum.

Bir işi yapacak gücünüz kalmadıysa bunu açıkça söyleyebilirsiniz. Bahanelerin arkasına saklanmaktansa bu cesurca bir davranış olur. Bunu söylemek kimseyi küçük düşürmez. Zaten kim dört dörtlük yaratılmış ki? Herkesin eksik kaldığı yönleri yok mu? İnsan önce eksik kaldığı tarafından kendini sevmeye başlamalı.

Ya da aşık olduğunuzu varsayalım. Sanırım insanların en çok bahane bulduğu konulardan biri de bu. Aşık olmak. Birini sevmek, gönlünü vermek. Peki sevip de söyleyememek. Sevdiğini söylemekten korkmak ne kadar kötü değil mi? Bunun için bir sürü bahaneler bulmak. Bahaneler, bahaneler, bahaneler…

Sonra mesafeler girer araya. Zihninde yarattığın, aslında olmayan mesafeler. Yanı başında durur da sana dünyanın öbür ucunda gibi gelir.

Zaman gelir o yarattığın bahaneleri taşıyamaz, altında ezilirsin. Bir filmde şöyle bir repliğe denk gelmiştim. ''İnsan bastırdığı duygunun esiri olur.'' Gerçekten de öyle. Bahaneler yaratarak bastırdığınız o duygunun esiri olursunuz.

İlla bir bahane mi bulacağız? Sevmek için bir bahane bulalım, gülmek için, birilerini mutlu etmek için mesela. Ondan sonra da Cahit Sıtkı’nın dediği gibi olursa bir şikayetimiz ölümden olsun.