Zavallı kurbağacık etrafında olup bitenlere bir anlam veremiyordu, üstüne üstlük annesi onu terk etmişti. Salıncakta sallanan diğer çocukların sahip olduğu neşeye ne zaman sahip olabilecekti? Umursamaz babası ona sahip olduğunu ne zaman fark edecekti bilmiyordu. Komşuları olan yaşlı teyze ise sadece yemek vermekle yetiniyordu küçük kurbağaya. Bir anlamı olmalıydı hayatımın bu süregelen zamanda, diye düşündü kurbağacık. Yenilmedi yokluklara, terk edilmeye. Hayat devam ediyordu zor olsa da. Bahsetmekten çekindiği bir de kardeşi vardı bu sevimli kurbağacığın. O da sanki ablasına kendini teslim etmiş, olan biteni seyrediyordu çünkü mecburdu, bu karanlık pencerelerin aydınlanmasını diliyordu sadece.
Bir gün umursamaz babaları evde yokken bir yolcu geçiyordu oralardan. Çantasına aldığı envai çeşit yiyecek bir süre sonra bitmişti; sığınacak bir liman, başını sokacak bir hane arıyordu içten içe. Tam o sırada küçük kurbağanın evini gördü, parıl parıl parlayan ışıklar altında. Utanarak gitti ve bir parça ekmeğiniz var mı diye sordu. Karnı olabildiğince açtı ve bu patavatsızlığı beraberinde getiriyordu. İyi kalpli küçük kurbağacık evlerinde ne var ne yoksa paylaştı bu kederli yolcuyla, yediler içtiler ve sohbet ettiler derken umursamaz baba çıkıp geliverdi. Sarhoştu, biraz da gergin. Kovdu misafiri evden. Pek de hoş bir ayrılık olmamıştı minik kahramanımız için, sevmişti çünkü yolcuyu ansızın kabaran duygularıyla.
Durup düşünüverdi; geçip giden zamanın hissiyatına kapılarak kurbağacık, bir adama aşık olmanın hazzını tattı ilk defa karanlık yarınlarına aldırmayarak ama önünde sarp engeller vardı ve beklemesi gerekiyordu. Bunun apaçık farkındaydı.
Umursamaz baba gizli kahraman, oysaki ne kadar iyi bir adamdı. Çocuklarını terk eden o doğurganın sorumluluğunu da üzerine almıştı, dayanamayıp içiyordu ve sokaklara hükmediyordu. Çocuklarının gözünde kıymetsiz bir tabudan başka işlevi yoktu, dirilip kendine gelse en babayiğit adamıydı zamanının, sadece gücü yetmiyordu, ayıplamamak gerekti böyle cesur kahramanları.
Kardeşi döndü ve baktı küçük kurbağaya sanki neden aşkının peşinden gitmiyorsun der gibi ama küçüktü, sevdalar gelip geçiciydi ve asıl sorumluluk bekleyen, terk edilip harap olmuş pervasız baba ve kardeşti.
Ünlü bir bilge gibi düşündü ufaklık ve kanaat getirdi ki asıl olan sonuna kadar peşinden koştuğun şey değil, uğrunda var olabileceğin değerlerdi. Bunun sonunda umutsuzca da olsa sabretmeyi öğrendi, erdemi gördü ve kıymetini bildi.