Sevgili Lotte,


Evet, hikayeye Lotte ile başlıyorum. Çünkü bu hikayenin Lotte'si belki de sensin. Bu kuşkucu ve kendinden emin olmayan cümlelerimi maruz gör. Çünkü ben hiçbir şeyden tam anlamı ile emin olamayan bir insanım. Varlığımın ilk anından beri bu böyle idi ve sanırım son anına kadar da böyle olacak. Kendimi bir Werther gibi görmemdeki tek neden onun yüreğini kendi yüreğimde görmemdir sevgili Lotte. Bunları sana çok uzak bir geçmişten yazıyorum. Kim bilir belki zaman, çizgimizi kemirir ve yollarımızı bir bütün yapar. Fakat artık umut beslemiyorum. Bildiğim tek şey yaşamda hiçbir şeyin tutarlı olmadığıdır. Sevgimiz de, nefretimiz de hep tutarsız. Bizi seven insanları yüreğimizden uzak tutarız ve onlara bir düşmanmış, hastalık imiş gibi davranırız. Aksine yüreğimizi yakan her şeyi, aynı zamanda yüreğimizin merhemi sanırız. Oysa yüreğimize iyi gelen şeyler orada işte, arkamızı dönsek ve sadece görmek istesek yeterli. Fakat biliyorsun ya çehremizi saran budalalık zinciri, işte bizim bütün acılarımızın nedeni orada saklı. İnsan neden acıyı ve hüznü seçer bilmiyorum fakat yaşama yeniden gelseydim, tekrar tekrar bu melankolik yolu seçerdim. Aynı acıları, aynı sevinci seçerdim. Biliyorsun ya insanı büyüten şey acının derinliğidir. Yüreğimi senle besledim ve koca gökyüzünü kendime kafes ettim. Sonra da özgürüm dedim. Fakat sen de özgürlükten konuşurken aslında ruhundaki boşluktan korkuyorsun. Seni saran kafes dolmayan o boşluk idi. Sana yetmeyen şey açık sözlü oluşum idi. O zaman öğrendiğim tek şey, insan sevgisini derinlere kazımalı ama gökyüzüne doğru. Çünkü kimsenin bakmadığı bir yer varsa, o da yıldızların ardı idi. Kimse yukarıdaki o siyah perdeyi açmadı henüz. Görüyorsun ya gökyüzü asla aydınlık olmayacak. İnsanın yüreği ise solup duracak bu karanlıkta.