Evet, gözlerimi açtığım an gördüğüm ilk şey, kocaman bir floresan lamba oldu. Vaktin yaklaştığını düşünüp hızlı bir şekilde ayağa kalktım ve tuvalete gittim. Çünkü evimde sadece bir tane saat vardı ve tuvaletteydi. Derin bir iç çekip şöyle dedim: "Oh be, daha varmış!"
Duşumu aldım, kahvaltımı yaptım ve tertemiz giysilerimi giyip yola çıktım. Hava, güzel ve rahatlatıcıydı. Kendi kendime şöyle dedim: "Bugün güzel olsun, içim huzur dolsun, eğer kötü olursa, hak yerini bulsun!"
İçimde, yıllardan beri büyütüp durduğum bir şair olduğunun farkındaydım ama bunu ben hariç hiç kimse bilmiyordu. Bu durumdan rahatsız değildim.
Nihayet metro istasyonuna geldim, turnikelerin herhangi birinden geçtim ve beni sevdiğime kavuşturacak o güzel ve gri metroyu beklemeye koyuldum. Düşündüm. "Acaba nasıl olacak?"
Kolay bir soruydu. Cevabı basit olan bir soruyu fazla irdelemek de pek mantıklı değildi. İzlediğim filmleri, okuduğum kitapları ve hayatımın ardında yankılanması için çeşitli melodiler hazırlamış usta müzisyenleri düşündüm. Derin bir söz aklıma geldi: "Düşünmek pek yararlı bir eylem değildir ama sonuçta acı vermez ve acı vermeyen şey, kesinlikle iyi bir şeydir."
Metro geldi, bindim ve hayalimdeki kadınla buluşmak için raylara tutundum.
On, dokuz ve sekiz durak derken, nihayet bir durak kaldı ki, maalesef en fazla vakit alan durak sonuncusuydu, bulunduğum vagondaki bir genç, yere kusmaya başladı. Eylemini bitirdikten sonra utanç içinde bana baktı. Ona şöyle dedim: "Sahip olamadığın bir haz için sahip olduklarından vazgeçme."
Etrafımdaki insanlar bana baktı, neredeyse hepsi güldü ama yere kusan genç, sözümü kavramış gibi bir hal aldı ve bana şöyle cevap verdi: "Ne diyorsun?"
Mantıksız bir soruydu. Ne demek istediğim gayet açıktı. Tartışmaya girmek istemedim ve cevap verdim: "Hiçbir şey."
Biraz daha zaman geçti ve vagonun kapıları nihayet açıldı. Yoğun bir heyecan içinde, hızlı adımlarla sinemaya gittim. Hem ona hem de kendime birer bilet ve üç boyutlu gözlük aldım, alışveriş merkezinin dışına çıkıp onu beklemeye başladım. Cebimde beş lira kaldı. Şöyle düşündüm: "Kalan paramı yalnızca kendim için harcamak iyi bir fikir değil. Belki sinemadan çıktıktan sonra ona içecek bir şey ikram ederim. Bu yüzden para cebimde kalsın."
Kimine göre düşüncem saçmaydı ama ben aksini iddia etmediğim için, gönlüm ferahtı.
İki saat geçti. Bir yandan ayakta duruyor, bir yandan da kafamı yakan güneşe kızgın gözlerle bakıyordum. Şöyle düşündüm: "Saatlerden beri burada bekliyorum. Umarım ki beklediğime değer."
Hayır, değmedi! Çünkü, beni aradı ve şöyle dedi: "Bugün gelemeyeceğim, kusura bakma."
Üzüntü ve nefret duygularını aynı anda yaşadım. Arkamdaki alışveriş merkezine doğru giden bir çift gördüm ve elimdeki bilet ve gözlükleri onlara hediye ettim. Bana teşekkür ettiler. Onlara şöyle dedim: "Önemli değil, sevgili dostlarım. Sadece, birbiriniz sevin ve aldatmayın."
Beni garip gözlerle süzdüler. Onlar sinemaya, ben ise evime gittim.
Sabah vakti geldi, gözlerimi açtığım an gördüğüm ilk şey, kocaman bir floresan lamba oldu. Vaktin yaklaştığını düşünüp hızlı bir şekilde ayağa kalktım ve tuvalete gittim. Derin bir iç çekip şöyle dedim: "Oh be, daha varmış!"
Duşumu aldım, kahvaltımı yaptım ve tertemiz giysilerimi giyip yola çıktım. Hava, koyu gri ve kasvetliydi. Kendi kendime şöyle dedim: "Bugün güzel olsun, içim huzur dolsun, eğer kötü olursa, hak yerini bulsun!"
Metro istasyonuna geldim, turnikelerin herhangi birinden geçtim ve beni sevdiğime kavuşturacak o garip ve sarı metroyu beklemeye koyuldum. Düşündüm. "Acaba nasıl olacak?"
Zor bir soruydu. Cevabı zor verilen bir soru sormak pek de mantıklı bir şey değildi. Güzel bir söz aklıma geldi: "Belinden aşağısını hissetmeyen biri, oraya zarar verir ve ağlar ama ağlama sebebi, bacaklarını hissetmiyor oluşundan değil, zarar vermesine rağmen acı duymuyor oluşundandır."
Bu söz garipti, kendi içinde bir çelişki var gibiydi.
Metro geldi, bindim ve hayalimdeki kadınla buluşmak için raylara tutundum.
On, dokuz ve sekiz durak derken, nihayet bir durak kaldı ki, maalesef en fazla vakit alan durak sonuncusuydu, yaşlı görünen ama bastonsuz yürüyen bir adam, bana doğru yaklaştı ve şöyle dedi: "Onu seviyor musun?"
Ne demek istediğini anlamadım. Kaşlarımı hafif bir şekilde çatarak kafamı salladım. Konuşmasında ısrarcı oldu: "Onu seviyor musun?"
Nihayet cevap verdim: "Kimi?"
Adam, sanki mantıksız bir soru sormuşum gibi bana baktı. Kafasını, olumsuz bir şey belirtir gibi iki yana doğru salladı ve benden uzaklaştı. O an, şöyle düşündüm: "Dünyada akıllı bir insan kalmamış."
Vagonun kapıları nihayet açıldı. Yoğun bir heyecan içinde, hızlı adımlarla sinemaya gittim. Hem ona hem de kendime birer bilet ve üç boyutlu gözlük aldım, alışveriş merkezinin dışına çıkıp onu beklemeye başladım. Cebimde beş lira kaldı. Şöyle düşündüm: "Kalan paramı yalnızca kendim için harcamak iyi bir fikir değil. Belki sinemadan çıktıktan sonra ona içecek bir şey ikram ederim. Bu yüzden para cebimde kalsın."
İki saat geçti. Bir yandan ayakta duruyor, bir yandan da kafamı yakan güneşe mutlu gözlerle bakıyordum. Şöyle düşündüm: "Saatlerden beri burada bekliyorum. Umarım ki beklediğime değer."
Bir saat daha geçti. Onu aramamın iyi bir fikir olabileceğini düşündüm. Telefonumu elime aldım, rehber bölümüne girdim ve aradım. Telefonu açtı ve bana şöyle dedi: "Alo?"
Evet, onun sesini duymam ile telefonu kapatmam bir oldu. Çünkü hatırladım! O gün yaptığım her şeyin önceki gün yaptıklarımla aynı olduğunu, boşa zaman harcadığımı ve gereksiz umuda kapıldığımı hatırladım!
Delirdiğimi fark ettim. Elimdeki bilet ve gözlükleri yere atıp, yürüyerek eve gittim. Saatler sonra eve geldiğimde elimde ben hariç hiçbir şey kalmadığını gördüm. Sevindim. Odama gittim, penceremi açıp gökyüzüne baktım ve metrodaki yaşlı adama, vermem gereken asıl cevabı nihayet verebildim: "Evet!"