Yıllardır aklımı kurcalayan meseleler yalnızlığımı fırsat bilip bir bir misafirim oldular. Uykularımı kaçırmakla yetinmeyip huzurumu da kaçırdılar elbette. Bundan dolayıdır ki bazı kararlar aldım ve bunları uygulamaya söz verdim kendime. Bu kararların en başında ise yıllardır düşündüğüm ama bir türlü gerçekleştirme cesaretini bulamadığım o mühim şey geliyor. Bunu gerçekleştirmek belki benim için çok kolay olacak ama bizim için ne denli bir zorluk derecesine sahip, orasını kestiremiyorum bir türlü. Belki aklınıza takılmıştır, “biz derken?” diye düşünmüş olabilirsiniz. Tabii ki de bunca işi ben tek başıma yapmıyorum, yapabilir miydim açıkçası orası da büyük bir muamma. Neyse ki varlıklarından çok memnun olduğum çekirdek bir ailem var. Hiçbiriyle kan bağımız yok ama yukarıda da bahsettiğim gibi “heyecan” bağımız var. Yani işimizi seviyoruz, buna bağlı olarak da birbirimizi seviyoruz. Bizim işte sadakat çok önemli. Mesela bir operasyon ekibinde bulunanların komutanına veya üstüne sadık kalmadıklarında ortaya çıkabilecek problemleri düşünebiliyor musunuz? İçinde bulunduğunuz işle beraber değişse de telafisi imkânsız nice sorun doğabilir. Şimdilik öyle bir problemimiz olmadı ama bu sefer bu konuda biraz endişeliyim. Ah keşke anlatabilsem, ifade etme kabiliyetine sahip olsam da böyle şeylerle uğraşmak zorunda kalmasam. Ne yapalım, mecburen yine göstererek anlatacağım. Yani icraat zamanı! Eminim onlar da işte o zaman bana hak vereceklerdir diye düşünüyorum. Geceyi bu minval üzerine geçirdim. Sabahın ilk ışıkları şehri aydınlatırken ben de kendimi yeni doğmuş taze günün kollarına bıraktım. Önceden keşfettiğim kuytu köşede bulunan bir çorbacıya uğradım. Buranın kelle paçası muazzam! Aynı… neyse… Sonra da hemen çaprazında sanki saklanıyormuş gibi duran, büyük iş yerlerinin arasına sıkışmış, küçük tabureli, sobalı çay ocağında buldum kendimi. Bu bahsettiğim yer ve bunlar gibi olan yerlerdeki samimiyeti lüks restoranlarda bulmak imkânsız. Sizlere de tavsiyemdir, naçizane, mutlaka hayatınızda böyle nefes alacağınız yerleriniz olsun, olsun ki samimiyetinizi kaybetmeyin! Çayımı içtikten sonra işlerimizi organize edip yürüttüğümüz mütevazı mekânımıza geldim. Henüz kimse yoktu ortalıkta. Buna sevinmiştim işte. En azından kimse olmadan ufaktan başlayabilirdim hazırlıklara. Bu mekân; şehrin arka sokaklarında, terk edilmiş binaların arasında, dışarıdan bakıldığında harabeyi andıran ama içinde saray barındıran bir yer değil. Nispeten şehrin merkezinde yer alıyoruz. İki katlı normal bir binamız var. Üçer odadan oluşuyor katlar, genelde ikinci katta bulunuyoruz. Yine aklınızda çeşitli sorular dönmeye başladı biliyorum. Elbette ki binanın dışında, içeride yaptıklarımızla alakası olmayan tabelalar yer alıyor merak etmeyin. Alt katı da bu iş için ayırdık. “İnsanlık Bilgisayar” gibi mesela. Üst katta depo olarak kullandığımız odaya girdim. Boş sayılırdı aslında oda, içinde olan birkaç şeyi de münasip yerlere taşımaya başladım. Çünkü yeni işten elde edeceğimiz ganimetler için bir yere ihtiyacımız olacaktı, buranın bu iş için yeterli olacağını düşünüyorum. Saat biraz ilerlemişti ama hâlâ gelen giden yoktu. E bir esnaf bu saate kadar dükkânını açmazsa ne olur, tabii ki iflas eder. Ama bizim için -en azından şimdilik- öyle bir şey söz konusu değil. Ben odayla oyalanırken ailemizin beyni “Dijital” geldi. Tabi beni öyle görünce şaşırdı, ne yapıyorsun ağabey demesine fırsat vermedim. “Yeni iş için koçum merak etme.” dedim, saldım aşağı işinin başına. Eminim şimdi o, diğerlerine ballandırarak anlatacak: “Koca odayı boşaltmış diyorum sen hâlâ konuşuyorsun. Evet, da yeni iş dedim ya. Bence de köşeyi döndük. Temizlik için boşaltmıyor ya orayı. Hadi lan oradan bak işine, ne rüya göreceğim.” Vakit öğleye dönünce aşağıda sesler de kalabalıklaşmaya başlamıştı. Herkesin toplandığını tahmin ediyordum. Odayı da az çok halletmiştim; geri kalan işleri yardım olmadan yapamam, o yüzden bırakıyorum böylece. Şimdi toplanma zamanı, toplanıp işin detaylarını konuşma zamanı. “Çocuklar! Herkes yukarı!
Bir Hırsızın Günlüğü - II
Yayınlandı