İki farklı duyguyla çeker insan perdeleri. Biri kendini dünyadan ayırmak için, biri dünyayı kendinden. Biri ne kadar veda ise diğeri o kadar inzivadır. Oysa insanın ne veda edeceği ne de çekip gideceği bir yeri yoksa; yani o perdeyi her kaldırışta aynı pencereden, aynı manzarayla karşılaşacaksa vedanın inzivadan hiçbir farkı kalmıyor aslında. O zaman bizi bu kısır döngüden kurtaracak şey ne? 


Kitap farklı bir penceredir, seyahat farklı bir pencere, müzik farklı bir pencere... Velhasıl okumak lazım, gezmek lazım, sanat lazım. Kendi mahallemizde muhtar olmayı pek seviyoruz da başka mahallelerde ne dünyalar var haberimiz yok. Hakikati penceresiyle sınırlı olanın düşünebileceği, üretebileceği her şey kendi manzarasını muhafaza etmeye dair olacaktır. O yüzden biraz tahammülsüz, o yüzden biraz çok bilmiş, o yüzden kendinden emin, o yüzden çok cahildir. O yüzden çok kadim sırlara vakıf, o yüzden seçilmiş, o yüzden üstün ve o yüzden çok zalimdir. 


Fakat bir şey daha var: Pencereler yerinde de, mahalle çoktan yıkıldı. Geriye muhtar kaldı, ufku fikrinden azade. Tarihin en büyük yok edicisi zaman, dağları dümdüz etmiş, senin beynindeki katılaşmış heyula mı dayanacak?