Mağaramın içi zifiri karanlık. Tek bir düşünce bile yankılanmıyor, soğuruluyordu her şey. Çok soğuk. Buz gibi. Karanlıkla değil de soğukla öldürmek ister gibi ürpertiler ısırıyordu her tarafımı. Ne tarafa baksam uçsuz bucaksız. Gözlerim açık mı anlayamıyordum. Sanırım bir yere çarpana kadar da yürüyüp yürümediğimi anlayamayacaktım. Çok soğuktu. Korkum bile bu mağara soğuğu karşısında titriyordu. Cesaretim kaybolmuş, göz kamaştırıcı neşem ölmüş, aklım ise bir yön bulmaya çalışıyordu. Hangi yön daha güvenliydi? İleriye mi yürümek lazımdı? İlerisi neresiydi? Bacaklarımı oynattığımı düşündüm. Bir adım, iki adım, üç adım. Bir gözyaşı, iki gözyaşı, üç gözyaşı. Hıçkırıklarım karanlık tarafından yutulmuş, ağladığımı bile duyamıyordum. Tek hissedebildiğim henüz soğumaya fırsatı olmamış, yanaklarımı yakan gözyaşlarıydı.
İnsan kendi mağarasında kaybolur muydu? Tek bir ışık bile koymayı nasıl unuturdu? Neden tüm duyguları donduracak bir soğuğu hapsederdi içerisine? En son ne zaman bu kadar ölmeyi istemiştim? Böyle bir mağarayı oyacak kadar ne delirtmişti beni? Kendimi bile isteye hapsettiğim bu yerden nasıl çıkacaktım? Bir insan zihninden nasıl kaçardı ki?