Sıra sıra dizilmiş bankları umursamadım, kayalıkların üzerine oturdum. Sırtımı Boğaz'a, Galata'ya verdim, oturuyorum. Manzara arkada ama ben sana bakıyorum, sen sokak sanatçısının tuttuğu ritim ile bir o yana bir bu yana salınıyorsun. Çenemi elime dayadım, gülümsedim. Ne güzel şey seni izlemek, görmek. Bazen insanlar aramıza giriyor, kalbim ile kalbinin arasına girmişler gibi oluyor, sinirleniyorum. Ama bir önemi yok çünkü bütün dünya puslu, sadece seni görüyor bu bir çift zeytin. Siyah renkli, kocaman bir sokak köpeği çekingen adımlarla yanıma geldi. Elimi uzattım, "Gel buraya bebek." dedim. Anladı beni, minik adımlarla yanıma yattı. Dizime yasladığı koca kafasını okşamaya başladım. Sevgiyle yumdu kömür gözlerini. Yüzümdeki gülümseme daha da büyüdü. Yanıma koyduğum sırt çantamı almaya yeltendim, patisini elimin üstüne attı. Tekrar kafasını okşamaya başladım. Tek ihtiyacın olanın biraz ilgi olması ve senden en çok esirgenenin sevgi olması ne kadar acı değil mi köpekçik? Dilerim kuş koysunlar, sevgi koysunlar senin ve sen gibilerin yollarına. Dolan gözlerimden yaşlar düşmemesi için "Uslu dur da sana biraz mama vereyim tatlı köpek." dedim ve tekrar sırt çantamı almaya yeltendim. Beni anlamış olmalısın ki çantamı almama izin verdin. Ne kadar akıllı bir bıdıksın sen! Hemen içinden hiç eksik etmediğim küçük bir mama paketini çıkardım. Ambalajı ikiye ayırdım, leziz mamanın kokusunu alır almaz ayağa kalktın. Kulakların dikeldi, kuyruğun sağa sola sallanmaya başladı. Seni fazla bekletmek istemedim, hemen koydum önüne mamaları. Sen afiyetle yerken bende karşımda dans eden sevgilime döndüm.
Sana bakınca dünyayı anımsıyorum. Dünyayı anımsayınca da düşünmeden edemiyorum puslu dünyayı sarıp sarmalayan kederleri. İnsanlar önümden geçip gidiyor, köpekler koklaşıyor, kediler bir kenara kırılıyor, ağaçlar kuruyan yapraklarını döküyor, çiçekler mis gibi kokuyor, gözlerim onlara kayıyor.
Ah, sevgilim. İnsanların hepsi çok kederli, sokak hayvanlarının hepsi çok anlamlı bakıyor, ben de gramofondan süzülen kederli melodiler eşliğinde onları düşünüyorum. "Keşke bir şey gelse ellerimden." diyorum ama bir şey gelmiyor. Sadece çöküyorum sandalyeme, açıyorum bir Sabahattin Ali eseri, tekrar okuyorum altını çizdiğim yerleri.
Dans ederken bir an dönüp bana baktın, gözlerinin önüne düşen tutamlarını geriye atarken gülümsedin. Yarabbi, nasıl bir sanat eserisin sen? Gözlerin dünyaya can veren toprak, gülüşün geceyi aydınlatan dolunay, varlığının her bir zerresi ise mucizenin ta kendisi.
Biliyorum, belki dünyadaki bütün kederi bitiremem ama kendi dünyamdaki kederi bitirebilirim. Senin gözlerinle, senin gülüşünle, senin varlığınla. Sevgilim.
Nefes nefese geldin, yanıma oturdun, sen de kederlenme diye yüzüme sahte bir gülümseme konduruyorum. Kulağımdaki kulaklığımın tekini aldın, kendi kulağına taktın. "Bakalım ne dinliyorsun?" birlikte sessizce açmış olduğum müziği dinliyoruz. Tekrar bana dönüyorsun. "Ne zaman bitecek bu Beethoven sevdan?" diye soruyorsun gülümseyerek.
Bende gülümsedim. Saatlerdir elimde tuttuğum mor lavantayı uzattım. "Saçına takmalısın, sana çok yakışacağını düşünüyorum."
Heyecanla elimdeki lavantayı aldın. Kulağının arkasına koydun. "Nasıl oldu?" diye sordun bana dönerken.
"Her zamanki gibi harika."
Tekrar gülümsedin. Aramızda kıvrılmış, bizi izleyen köpeğe baktın. "Yeni arkadaşın mı?" başımla onayladım. Köpeğin kafasını okşamaya başladın. "Ne düşünüyordun?"
Anlamaz bakışlarla sana baktım. "Ne zaman?"
"Az önce, ben dans ederken." Köpeğin dizine yasladığı kafasına döndün. Kocaman gülümsemeyle sevmeye devam ettin. "Sana dönüp baktığımda dalgın gibiydin."
Ağzım kulaklarıma vardı. "Bana mı dönüp baktın?" dedim heyecanla.
Bana ciddi misin, der gibi baktın. "Yahu niye bakmayayım sana? Biz sevgili değil miyiz?" dedin yaramazlık yapmış çocuğunu azarlayan bir anne gibi.
"Sevgiliyiz." diye yanıtladım aynı heyecanla.
"Eee?"
"Eeesi, hâlâ hoşuma gidiyor."
Tek kaşın kalktı. "Sana bakmam mı?"
"Sadece o değil." Bütün vücudumla sana döndüm. "Bana karşı gösterdiğin bütün sevgi gösterileri ilk günki gibi hâlâ hoşuma gidiyor. Hem de çok."
"Ne kadar mesela?"
"Çok değil, Samanyolu Galaksisinin on üç katı kadar."
Omuzuma yavaşça vurdun. "Abartma." dedin gülümseyerek. "Eminim benden daha fazlasını yapan sevgililerin de olmuştur."
"Önemli olan daha fazlası veya daha azını yapmak değil ki sevgilim." dedim. "Önemli olan niyet, önemli olan içtenlik, önemli olan sevgi."
İşaret parmağın ile burnumun ucuna bir kere dokundun. "Söylesene, ne yapacağım ben seninle?"
"Sev yeter."
"Sadece sevmekle olur mu ki?"
"Neden olmasın? Elbette her şey olmaz ama çok şey olur."
"Çok şey, yeter mi ki?"
Elimi gece gibi siyah saçlarının arasında gezdirdim. "Birbirimizi sevdikten sonra her şey olur sevgilim, sen tatlı kafanı yorma yeter."
"Pekâlâ." derin bir nefes aldın. "Şimdi ne yapmak istersin?"
Omuzlarımı silktim. "Sen ne istersen onu yapmak isterim."
"İllaki yapmak istediğin bir şey vardır değil mi?"
"Bir düşüneyim." Bu sırada karnım guruldadı. Birbirimize baktık, aynı anda kahkahayı patlattık.
"Yemek yemek ister misin?"
"Şu hep gittiğimiz sahil meyhanesinde olur."
"Gidelim o halde." Kafasını okşadığın köpeğin alnına bir öpücük kondurdun. "Hoşça kal güzel köpek, umarım her zaman seni mutlu eden insanlar ve güzellikler çıkar karşına."
Aynı anda ayağa kalktık. Elimi tuttun, birlikte meyhanenin yolunu tuttuk. Her zaman oturduğumuz, denize yakın olan masaya oturduk. "Her zamanki olsun." dedin. Müjgan abla ortaya humus, bize rakılarımızı getirdi. Bardağın dudakların ile buluşmadan önce bardağını kokladın. Yalnızlığın hep anason gibi koktuğunu düşünürsün. Saçına taktığın lavantayı aldın, bir kez daha koklayıp minik bardağın içine koydun. Mor yapraklarından biri düştü. Üzüldün ama belli etmedin. Yanağından bir makas aldım neşeni yerine getirebilme umuduyla. Ellerini tuttum. Sen üzülme sevgilim. Bir keder bana, binbir lavanta sana. Sevgilim...