Ağaçlar var bu hikâyede polenlerin düşerken o dalından bu dalına çarptığı ağaçlar. Hüzünlenmişler. Yıllarını verdiği o görkemli formunu kaybettiği söylenen bir ağaç.
Her şey bu ölçüye göre oldu aslında. Kimsenin birbirini sevmediğine emin sorularımızla ölçülerimizi düzenlemeye kalkıştığımız bu vakitlerimizi hikayelerimizin bambaşka olmasını dileyerek geçirdik. Oysa söz vermiştik birbirimize. Yazacağımıza dair sözler. Hepimiz unuttuk, adresini bile almadığımız çocukları. Geriye hiçbir ressam kalmadı. Hiçbir çocuk ışığa yürürken annesinin sevgisini dönüştürme cesaretine sadık kalamadı. Biz ne pahasına olursa olsun oyununu oynayan çocuklar mıydık ki? Sözler asılsın istedik.
Kimdik biz? Neden böylesine topluluklar içerisindeyiz sürekli? Yine aynı kişiler miydik acaba? Benden çalınmış ihtimallerimi mi kıskanacaktık? Davamızın haksız ve yalnız hasatlarını yeniden kumdan kalelere dönüştürmek ihtiyacı var üzerimizde. Fazla umulmadan, hiç beklemeden... Kusurlarımızı tezgahlara pazarlayarak yapacaktık tüm bunları.
Küçük tedirginliklerimizle çok iyi dost olabilirdik bu vakitlerde. Sıradanlaşan tutkularımızla yeniden âşık olabilmeliyiz. Üstü kapatılamayan kaybedişlerimizi yeniden anlamlandırabilmeliyiz. Ama bunun son olmadığını bildiğimiz, her an bir öncekinden daha korkusuz işlenirken yazmaya devam edeceğimiz özlem dolu mektuplarımız olduğuna inandırdık kendimizi. Etrafımızdaki cadı yaftalı hanımlarımızın polenleri yeryüzümüze dağıtırken içerisine birkaç da iyileşmeleri nakışlamış olduğu gerçeğiyle yüzleşiriz belki. Ellerine bakarız, nasırsız hanımlar olduğunu anlarız. Süratsizlikleri Mikail ile tartışmalı hanımlarsa bunlar gözlerinden öperiz.