bir sabah ezanında molaya duruldu işçiler
yatağı yaydılar enselerindeki karıncayı susturup
elleri ellerinin önünde haya sahibiydiler
çığlıklar susmuştu, inmeler ininde umutlu
nefesler diziliyordu hızlı hızlı, kanayarak içeriden
kaynatılıyordu arzuların ve şehvetlerinin tuzsuz yas çorbası
hata gelmiyordu zihinlerindeki dert kasabasına
beni bütün şehirlerden ayırıyorlardı lime lime
çıkınımda haz unutuyordum akşamdan, seriyordum yatağı.
bir sabah ezanında bütün terziler çekildi
ipeği kattılar uzun uzun dikiş makinelerine
ve parmaklarına bir bir iffeti takıyorlardı aniden
beni hangi terzi ifşa ettiyse dün, bugün evde yoktu
onun da evini zabıtalar basmış dediler
yok ben ihbar etmedim, ben niye ihbar edeyim
o sıra o zarif kadınlar kocalarını uyandırıyordu
ayılıyordu ağır ağır geceden kalan adamlar
ayakları durulmuştu, ayakları basmıyordu makineye
dertsizdiler, perdeyi açtılar,
güneş vuruyormuş karşı evin camından
pencereye tülbentler geçirip akşamdan
pembe yatakları devirdiler, devrildiler.
bir sabah ezanı yarılanınca yaralandılar eyyüb'ün yarasından
sıhhat dilediler, camiye gittiler, namazlarını kazaya kurban ettiler
belleri yatağa hala değiyordu, hala değiyordu ayakları duvara
zühre yıldızını utandırıyorlardı, kıpkırmızıya kesiyordu gök
ve toktuk biz de uyanmamıştık uykudan,
oysa hicran dağılmıyordu bize aşevinden
türlü türlü kanlar biriktiriyorlardı, sonra pıhtıları eflatun kokuyordu
hastalar allah'ı çok seviyordu mesela o sıra,
ben daha çok seviyorum diyordum
yanımdaki kız ezanı dinliyordu gözlerini kapatarak bacaklarına.
bir sabah ezanı bitirmeye geliyordu kendini
müezzinin karısı yarı çıplak pencerede kocasını dinliyordu
içli içli söyleyişine vuruluyordu, allah da onları görüyordu
allah bizi de görüyordu, allah terzileri de görüyordu
allah pembe yatakları beyaza boyayanlara ressam mı diyordu
bir sabah ezanı bitiyordu ve takımlarını hazırlıyordu işçiler
yağlanıyordu kayıkların cıvataları, uzak denizlere açılacaktı
şehvetini evrenin, arzusunu şu kirli insanın, hepsini görecektim
ellerimi kaldıracaktım ve teslim oluyorum diyecektim
teslimim iblisin belasına, muhteşem nazırlıklar sunan iblisin belasına
hazlarımı raftan indiriyorum, hazlarımı kavzama takıp
ateşe hazırım komutanım diyorum, sıkayım mı komutanım
ezan bitti, kız bekliyor, sıkayım mı komutanım?
ve gerisin geriye gerilirken göğsüm olduğum yöne
omurundaki çamaşır askısını eğerken bu suç
yeniden kırılıyordu ellerimdeki tabanca
kıvranarak doluyordu boşluğuna, o koca evrenin ortasına
evreni tahta bırakıp mührünü alıp yaz goncasının
ve bilincimi yorarken bir gülün daha güzel kokuyor oluşuna
vurdum ağzından gülümü, vurdum iblisim, allah görüyorsa
ses versin, ses versin keseyim ateşi de bitsin bu bela
insan ki tutsaktır, bir yaşam boyu haz dolaplarında çakılı kalmaya
kayışlarını ellerinde tutan bütün insanlar görmelidir ki
bütün bu karmaşanın ardında enine uyku çekiyordur hazlar
ve suça meyilli olmayan bir kişi vardır yalnız
iblis,
iblis suçsuzdur.
çünkü suçtur iblis.
bir sabah ezanı sonrası yazılmış bütün şiirler
sabaha örülmüş kışlık kazaklar gibidir
ve vurur çatı kiremitlerinden hasretlerin ilki
insan ki hasret çıplak haline,
ellerimi kaldırdığım yerden indiriyorum yerine
hazza kuru bir tükürük atıyorken tutuluyorum kızın koynuna
ve sonuna geliniyor bir savaşın, savaşı kazanan suçsuz olandır,
suçlular; zabıtalar, terziler, şairler, müezzinler.