Bir sabah gözlerimi açtığımda artık yalnız değildim.

Bu cümle ile başlayacak bir çokluğun öyküsü. Bir hüznün başlangıcına değil umudun kapılarına aralanıyor cümlelerim, belki de en içten şekilde ilk defa.

Ben ki yalnızlığın coğrafyasını karış karış gezmiş, ezberlemiş, aradığı hiçbir şeyi kalabalıklarda bulamamış kişi, doğduğum an yüklenmiş ismimle dünyanın yükü. Cennetten kovulan, o yasak meyveden tadan ve dünya üzerinde bir başınalığa mahkûm edilen kadın. Nasıl kopabilir kaderin çizgisinden? Doğurabilir mi kendini tekrar kendinden?


Tüm bu girdabın içinde kendime alışkanlıktan bir kabuk yaptım, bilirsiniz kurulmuş düzen insanı çürütse bile kişi bildiği yeri bırakmak istemez önce. Kötü dahi olsa bildiği bir kötüdür en nihayetinde. Hangi güç beni bu yalnızlığın alışkanlığından alıkoyabilirdi ki? İşte tam burada kesişti yolum aşk ile. Bir gece yarısı gözlerim kapanmadan açıldı aydınlığa, katran karası göğüm umudun beyazlığına dolandı. Yalnızlığın korunaklı gövdesinden çıkarıp usulca kendine çekti sevda beni, sorusuz, korkusuz. Bir yerde okumuştum bir zamanlar, ”Yok mu bir yasak elma, yiyelim yeni bir dünya için.” diyordu. Adımın ağırlığından, dünyaya atılmış yalnızlığın kaderimdeki tortusundan sıyrılıp şüphe etmeden yedim bu aşkın meyvesini.


Bir sabah gözlerimi açtığımda artık yalnız değildim.

Yüreği avuçlarımda çarpan bir can yoldaşı ile huzurun güvenli kollarına bıraktım kendimi. Tüm sahteliğine rağmen bu kâinatın, içinde bir hakikati barındırdığını gördüm bir sabah. Sevda üzerine söyleşiler yaparken ayna karşısında omzuma konan bir buse ile uyandım dünya denen uykudan ve aşkın koynunda buldum kendimi. Her adımın bir izi var demiştim kendime, her dokunuşun, her kelimenin bir izi vardır. Benim izim de oydu artık, dünya üzerinde yaşadığımın kanıtı olmuştu. Aldığımız nefesi anlamlandıran şeylerin olması ne büyük bir zenginlik…


Şair bir şiirinde ne güzel de söylemiş:

“Ben ona dedim ki / Suyun üç hâli var / Dördüncüsü sensin.

Taşların saltanatında / Bir gönül iklimiyim / Ağzımda esensin.

Rüzgârla yaprağın aşkı / Neyse dört mevsim / Öyle süreceksin.

Eşiğinde duracağım / Yıpranmış ve kirli / Kirpiğinle sileceksin.

İnsan adım atmazsa / Gidemez ki iyiliğe / Hüznümü düzeltensin

Benim geldiğim geçmiş / Çok açık bir yazıdır / Parmağınla okuyansın.

Zamanı saymayı / Yeniden öğreniyorum / İbresin çekisin yelkovansın.

Kalbim / Uzun menzilim benim / Karşılayansın.

Ben ona dedim ki / Bütün kuşlar tünedi / Göğsümdeki tek kanatsın.”


Şimdi bütün şiirlerim, günlerim, gecelerim onunla başlıyor, bitiyor. Kovulduğum cennete kavuştum artık. Bitmeyecek bir rüyaya uyandım, doğduğu gün doğdum tekrardan, elimi tuttuğu an hissettim ellerimi ve sarıldığında gövdem çiçek açtı sınırlarından yeşerip.

Bir sabah gözlerimi açtığımda artık yalnız değildim.