Bir varsın bir yoksun. 


Annem "Bir varmış bir yokmuş." diye başlardı sonu mutlu biten masallar anlatmaya. Hayatı bir masal sanmışız. Yarının garantisi varmış gibi yaşayıp, tozpembe hayallere dalıp. Bir gün son bulacağımızı unutmuşuz. Halbuki kainatta tek yaşam garantisi olmayan varlık “insan” iken derin bir boşluğun içinde hapsolmuşuz. O gün bir farklıydı şehir. Derin bir hüzün sokak sokak yayılıyordu. Etrafta büyük bir sessizlik hakimdi; gökyüzü ağlıyor, ay kararıyor, yer yarılıyordu. Ansızın bir gece vakti ölüm kapıyı çalıyordu!


Başlamadan bitti;

Yarım kalan hayatlar, 

Yarım kalan sevgiler,

Yarım kalan hayaller,

Mahşer gününe kaldı…


“Yarına, yarınlara ertelendi umutlu bekleyişler.” Kırgınlar, küsler bir gün barışırım umudu ile bir daha gelmeyecek vakitlere ertelendi. İnsan nereden bilebilirdi ki; son bir defa ailesini, sevdiğini, arkadaşlarını göreceğini. Son bir defa aynı sofralara oturulacağını, sohbetler edileceğini. Hayallerinin ve umutlarının yıkılan evlerin altında kalacağını. Birbirine sarılmış cansız bedenler. Derinlerden gelen hıçkırıklar. Nasıl dayanırdı yürek bu elem dolu acıya. Ardında kalan; gözü yaşlı çocuklar, bir umut ışığı bekleyen analar, son bir defa evladının elini tutup baş ucundan ayrılmayan babalar. Yığınların altında kalan fotoğraflar ve güzel anılar... Kimisi yarına hazırlık yapıp forması ile uyudu. Okulda maç var futbol oynarım umuduyla. Kimisi enkaz başında saatlerce, günlerce cebindeki bisküviyi dahi açmadan evladını bekledi. Birilerine mezar olan yer, minik bir bebeğin doğmasına sebep oldu. Yaşam bundan ibaret; “Bir varsın, bir yoksun.”


İnsan apansız bir gece vakti ölümün geleceğini tahmin etmezdi. Dert, sıkıntı görmeyince Rab'bini hatırlamaz. Düşmedikçe farkına bile varmazdı. Derdi veren Allah elbette dermanını da verir. Hem ne demiş Şeyh Galib; “Her zilletin elbette bir izzet var içinde / Seyret çeh-i Ken’ân’ı ne devlet var içinde.” Her zorluğun içinde elbet bir izzet, bir kolaylık vardır. "Kenan ilinde kuyuya atılan Hz. Yusuf oradan çıkıp Mısır'a sultan oldu." diyor. Her inişin bir de çıkışı var. Her zilletin elbette bir illeti vardır. Büyük İskender‘in öldükten sonra yapılmasını istediği üç şey vardır;

1- "Benim tabutumu en iyi doktorlarımdan bir grup taşısın. En iyi doktorların bile çare bulamadığı ölüm çok iyi anlaşılsın.”

2- "Hazinemde ne kadar değerli taş, altın vesaire hepsini, tabutumun geçeceği yol üzerine serpin. Dünya da kazanılan paranın dünyada kaldığı görülsün.” 

3- "Tabutumun üstü açık olsun ve iki elim de tabutumun dışında kalacak ve insanların da göreceği şekilde dışarıya sarkıtın. Elimin boş gittiği görülsün.”


Ölüm bir nefes kadar yakınımızdayken, fani dünyanın allı pullu olmasına aldanıyoruz.