Bırakın beni... Çürüyeyim tüm bu sahteliğin içindeki nadir gerçeklik olarak... Kelimelerinize bakarken aynı zamanda saf gerçekliğe inanırdım önceden. Bırakın, bırakın bitireyim kendi kendimi “doğru” olanı bilirken. Çıkarsız vakte sırt çevirin ve hep yaptığınız gibi sizlere yem atan köpek balıklarının hayatlarına hatırlanmaz ve etkili bir meze olun. Bitirin beni, uzak durun, çürüyeyim aynanın karşısındaki boş sandalye gibi. Çürüyeyim “ideal” olanlarınızın tamamıyla dışında iken... Bırakın, bırakın çürüyeyim, dünyevi zevklerimi ve zorunluluklarımı atmışken kör kuyuya, bırakın, bırakın beni çürüyeyim... Gökyüzünün mavi olduğunu hepiniz bilirdiniz, oysa biriniz bile seyretmediniz, karşınıza ve geçici zevklere baktınız, daim olan gökyüzüne en son ne zaman baktınız? Hepiniz bilirdiniz ağaçları, dalları ve yaprakları. Hanginiz bir dalı sevdiniz? Geçici zevklere olduğu gibi? Siz, sizleri koparanları sevdiniz, biriniz bakakalmadınız gerçek ve içten gözlere... Bırakın, bırakın beni artık çürüyeyim... Saflığın ötesinde boşluğa ramak kalmış, takılı kalmışım... Bırakın, bırakın beni düşeyim...