Toplum, kişilerin düşünce ve yargıları için bir referans kaynağıdır. Kişiler, toplumun düşünce yapısı ve yargılarını başlangıç noktası olarak alır ve devamında bunların üzerine kendi oluşturduğu düşünce gruplarını ekler.
Kendi yargıları oluştukça hayatı gördükleri perspektif, toplumun perspektifinden farklılaşır. Bu ise, bireyin topluma yabancılaşmasını beraberinde getirir, ki yabancılaşma iyi veya kötü olmak bakımından göreceli bir durumdur.
Zira yabancılaşma, anlaşılamamayı da beraberinde getirir.
Anlaşılmadığını düşünen birey anlaşılmak için daha fazla efor sarf eder ve anlaşılır olmaya çabalarken olayları daha da karmaşıklaştırır farkında olmadan. Ve sonunda bu anlaşılma çabasının bir karşılığı olmadığını fark edince anlaşılmak için uğraşmaktan yavaş yavaş vazgeçer. Bu da bireyin kendi iç dünyasına çekilmesi ile sonuçlanır. Birey iç dünyasına çekildikçe anlaşılamama durumu daha da artar, zira kişi artık düşüncelerini toplumsal referans kaynaklarını göz önüne alarak beyan etmediği için, halihazırda toplum tarafından anlamakta zorlanılan bireyin daha da anlaşılamaz bir hâle gelmesi söz konusu olmuştur.
Bu bir kısır döngüdür, anlaşılma ihtimalinin gittikçe azaldığı bir döngü.
Birey ve toplumu ortak paydada buluşturan değer ve düşünce yığınları devre dışı kalır.
Çünkü bireyin yalnız kalması, referans alabileceği bir oluşumun/yapının olmaması demektir. Birey olayları yorumlama biçimi ve hissettiği duygusal durumlar olarak nasıl bir halde olduğunu, doğru mu yoksa yanlış mı hareket ettiğini bilemez. Çünkü kendisinin olandan (fikirler ve duygular) başka yargılamak için referans alabileceği bir şey kalmamıştır.