"Gidiyorum. Ayaklarıma bir telaş ile geçirdiğim annemin üç numara büyük terlikleri. Kafamda: "İki ekmek al, başka bir şey alma!" sözleri. Ruhumda birkaç kuruş arttırıp dondurma alma isteği. (Ekonomi şimdiki gibi değil tabii.) Ekmek sayısını bire düşürüp alırdım dondurmamı. Yol boyu büyük bir iştahla yerdim, ağzımın her yanı dondurma lekesi. Annem anlardı tabii. O zamanlar nereden anladı acaba diye düşünür onu ruhumun röntgenini çeken bir dedektif sanardım. Bazen mahalledeki oğlanlar ile futbol oynamaya inerdim. Kızlar "Erkek Fatma" diye alay ederdi, evcilik oynamıyorum diye. O zaman bile uzaktı bana bir yuva kurma fikri hele annemin yaptığı gibi hayatını bir çocuğa adamak en korkulu rüyamdı zaten oğlanlar da futbol takımına almazdı beni. (Kızım diye.) Çok sinirlenirdim o zamanlarda da hemen yüzüm düşer gözlerim doluverirdi. Annem kim üzdü seni diye sorardı keşke yine birileri sorsa bu soruyu tüm ruhuyla. Sarıp sarmalasa beni bakışlarıyla. Bende desem ki: "Ben kendi kendimi üzdüm, toparlarım." Hep böyle olmuyor mu zaten? Kırdığım yerden yapıştırıyorum ruhumu komşunun kırılan cam vazosu gibi. Bazen futbolda çelme takıp düşürdüklerinde veyahut Ahmet abinin elma ağacına çıkıp düştüğümde dizimi kanatırdım. (Dizimin her yanı izdir bu yüzden.) Düştüğümde ağlamazdım. (Kuyruğu dik tutmak için.) Ama ne zaman tentürdiyot tenime değse avazım çıktığı kadar bağırırdım. Şimdilerde kalbimdeki yaraları sigara tamir ediyor, sarıyor. Bugün de kafam ofisteki yobazlara taktı kafayı. Neymiş efendim "Kadınlar çalışmamalıymış." Sinirden sokağa atıverdim kendimi. (Sinirin yanında ekmek almak da bahane tabii.) Koştum girdim ilk bulduğum markete ekmeği unuttum, sigara aldım.(Dondurmanın yerini tutuyor hergele.) Alır almaz parktaki ilk boş banka oturdum. (Annem yaşasa ne de kızardı şu halime.) Sigarayı yakmak bahane tüm ata erkil toplumları yaktım o çakmakla. Sonra herkese nefretle baktım. (Çocuklar ve hayvanlar hariç.) Ben derinden düşünürken yağmur kapladı kenti, herkes kaçışıverdi.(Bu kız haliyle bu saatte parkta ne işi olacak.) Diyen teyze bile kaçıverdi. Bende şeker değilim erimem herhalde diye düşünüp adımlarımı azalttım, güzün tadını çıkardım. Yürürken büyük resime baktım. Keder duydum sonra. Ben bu resime yanlış takılmış bir yapboz parçasıydım ne çıkabiliyordum ne de çıkarıyorlardı, sinirlendim. "Bu resimde olmak istemiyorum!" Diye haykırmak istedim. Hay, aksi. Walkmanin de pili bitecek zamanı buldu! Hayat bile karşı isyanıma. Susturmak istiyor, susmayacağım işte. Ben bunları düşünürken yağmur bulutları terk etti kenti. Duvar altına saklanan kedi çıkıverdi saklandığı yerden. Bende saklanacak bir köşe bulmalıyım diye düşündüm. Ruhum seslendi tabii derinden "Senin yağmurunda fırtınanda sensin. Kendinden nasıl kaçacaksın şapşal?" Dedi. Haklıydı, nasıl susturacağım şu içimi susmuyor ki Allah'ın cezası. Bu kez de başka bir his yürümeye başladı ruhumda. "Ne başardın bu hayatta niye nefes alıyorsun ki sen?" Dedi. (Bu ses hep haklı olmak zorunda mı?) İçimde gezinirken intihar hisleri yaşamak çok irite ediciydi. Sonra bu sesleri susturmak istedim ama cesaret edemedim işte. Tıpkı çok sevdiğim insanlara hislerimi söyleyemediğim gibi. Bu fırsatı da kaçırdım. Biraz daha kirleteceğim bu dünyayı yeterince kirli değilmiş gibi..." "Şarkıyı değiştireyim mi?" Sözü yankılandı arabada. Tamda hikayenin sonunu yazıyordum baba, sorulacak soru mu şimdi bu? "Yok, baba. Sesini biraz daha açalım." Dedim. "Kimin şarkısı kızım bu?" Dedi. "Ezginin Günlüğü baba. Sen bilmezsin." Dedim. "Kimin günlüğü? Kızım elin günlüğünü niye dinliyoruz? Ne buluyorsun böyle antin kuntin şeylerde?" Dedi. Yine şaşırtmadı tabii. "Hangi düş yaralanır gerçekle? Hangi dal incinir yeşilinden? Hangimiz oyuncaklar kırmadık? Bir sigara ver bana. Yağmur olur geçen yıllar, şemsiyen var mı? İçinde kalabalıklar sırılsıklam ölüm dediğin aslında yalnızlıkmış..."
@plakseverbiri