Geceleri yıldızları görmeyeli uzun zaman oldu, diye geçirdi içinden. Şehrin ışıklarının insanı yıldızlardan mahrum bırakması onu rahatsız eden bir durumdu. Şüphesiz yıldızlara bakmanın insanın ufkunu açtığına inanlardandı. Kamaradan aldığı eski, siyah battaniyeyi yere serdi ve teknenin yanlarında bulunan can simitlerine başını yaslayıp uzandı. Okyanus dalgalarının beşik gibi salladığı teknede yıldızların keyfini çıkarmaya, eski günleri düşünmeye başladı. Arkadan Max’in sesi duyuluyordu. İhtiyar yine dümenin başında şarap içip Portekizce şarkılar söylemeye başlamıştı. Rahatsız olsa da Max’e belli etmedi. Onları çok az paraya İngiltere’ye götürmeyi kabul eden tek balıkçıydı Max. Fortaleza’dan yola çıkmalarının üstüne bir hafta geçmişti ve Max bu süre içinde onlara fazlasıyla cana yakın davranıyordu. Hatta ona balık tutmakla ilgili bir sürü püf nokta öğretmişti. Bu yüzden ona karşı minnettar hissediyordu ve eğlencesini bozmak istemedi. Yıldızlardan ayrılmak istemese de sabah erken kalkıp Max’e balık tutarken yardım etmesi gerekiyordu. Yerinden kalkıp kamaraya yöneldi. Nisa’yı uyandırmamak için küçük adımlarla sokuldu yanına. Saçlarını okşayarak onunla geçirdiği güzel günleri düşünürken yüzünde belli belirsiz bir gülümseme oluştu. Yavaşça sarıldı Nisa’ya ve gözlerini kapattı.
***
-Murat… Murat!
Yerinden zıplayarak uyandı Murat. Nisa korkmuş gözlerle yanında duruyordu. "Gel!" diye bağırıp kamaradan çıktı Nisa. Hızlıca yattığı yerden kalkıp arkasından koştuğunda dehşete düştü. Teknenin dümeninin olduğu bölüm komple alev almıştı. Max’i arıyordu gözleri. Nisa ağlamaya başladı. Korkudan bacakları titriyordu.
-Murat bir şey yap.
-Max nerede?
-Bilmiyorum. Yatağında yoktu.
Ateş yelkenlere sıçradı. Yelkenler hızlıca alev alırken etrafa
büyük bir aydınlık vurdu. Kurtulamayacaklarını anlayınca Murat arka kısma bağlı küçük kayığın halatlarını kesmeye başladı. Nisa elleriyle gözlerini kapatmış ağlıyordu. Dalgalar bu kayık için çok yüksek de olsa başka şansları olmadığını ikisi de biliyordu. Murat güçlü ve sakin kalması gerektiğinin farkında olsa da zorlanıyordu. Max muhtemelen tekneden düşüp boğuldu diye düşünüyordu ama anın verdiği korkudan Max’e yas tutacak durumda değildi. Sonunda halatlar çözüldü ve küçük kayık suya düştü. Yelken direğinde asılı duran acil durum çantasını sırtına aldı. Kenardaki can simitlerinden iki tanesini küreklerle birlikte kayığa attı. Kayığa atlamaları gerekiyordu. Alevler hala onlara çok yaklaşmadığı için biraz daha rahatladı. Nisa önden atladı. Bacağını kayığın kenarına vurmuştu. Acıyla bağırmaya başladı. Murat hızlıca arkasından atladı. ‘Tamam, yanındayım’ diyerek sarıldı Nisa’ya. Nisa’nın bacağı kanıyordu ama pansuman yapacak durumda değillerdi. Max’in teknesinden uzaklaşmaya başladılar dalgalarla birlikte. Murat kürek çekmeyi denese de fayda etmiyordu. Dalgalar çok büyüktü. Kayığın parçalanmasından korkuyorlardı. Birbirlerine sarılıp gözlerini kapattılar. Bir anda yağmur yağmaya başladı. Dalgalar daha da şiddetleniyordu. Üstünde durdukları kayığın bu dalgalarla baş etmesi imka…
***
Kulakları çınlamasının yanında martı sesleri duyuyordu. Kum dolmuş göz kapaklarını ovarak açmaya çalıştı. Belinde dayanamadığı bir ağrıyla doğruldu. Ne olduğunu anlamaya çalışırken Nisa’nın yanında olmadığını fark etti.
-Nisaaa, Nisaaaaaa!
Ses gelmeyince hızlıca ayağa kalktı. Kalbi çarpmaya başladı, gözleri doldu.
-Nisaaaaa!
Sahil boyunca koşarak bağırmaya devam etti. Nisa’nın kurtulamadığı fikrini benimsedikçe daha da güçlü bağırmaya, kalbi daha hızlı çarpmaya başladı. Yaklaşık beş yüz metre ileride kıyıya vurmuş bir şey olduğunu fark etti. Hızlıca yanına gittiğinde son anda yanına aldığı acil durum çantası olduğunu anladı. Yarım saattir bağırarak dolaşıyordu ve umudunu kaybetmeye başladı. Çantanın yanında kendini yere atarak ağlamaya başladı. Olanlara inanmayı kabul etmiyordu aklı. Yüzleşemeyeceği bir durumun içinde olduğuna inanmaya başladı. Gezdiği sahil boyunca hiçbir insan izine de rastlamamıştı. Gözyaşlarını sildi. Umudunu kaybederse hiçbir şey için şansı olmayacağını fark etti. Güneşin konumuna göre öğlen saatleri olduğunu anlayabiliyordu. Hava kararmadan kendine yiyecek ve geceyi geçirecek bir yer bulması lazımdı. Üstündeki eski gömlek onu soğuktan korumaya yetmeyecekti. İçindekilerle ne yapabileceğine bakmak için çantayı açtı. Çantada iki tane çakı, battaniye, çakmak, 2 gün yetecek kadar konserve bezelye, üç metre kadar halat, içi su dolu bir matara ve bir şişe şarap buldu. İçinden ayyaş Max’den de anca bu beklenirdi zaten diye geçirdi ve hüzünlü bir gülümseme attı. Çakılardan birini eline, çantayı da sırtına alıp ormana doğru yürümeye başladı. Ne kadar tehlikeli hayvanlar görebileceğinden emin olmadığı için temkinli davranıyordu. Ormanda bulabildiği kuru dalları halatla çantasına bağlayıp sahile götürdü. Geceyi sahilde geçirmenin daha mantıklı olduğuna inanıyordu. Çakıyı kullanması gerekmediği için şanslıydı. Hava kararmaya başlayınca topladığı dalların bir kısmıyla ateş yaktı, geri kalanını da Kızılderili çadırı gibi birbirine üst kısımlarından bağlayarak etrafına battaniyeyi attı. Geceyi orada geçirebilirdi. Konservelerden birini açıp yemeye başladı. Max ve Nisa aklından çıkmıyordu. Max’in öldüğünden neredeyse emindi ama Nisa? Belirsizlik daha çok canını sıkıyordu. Eğer kurtulduysa şu an ne yapıyordu? O da mı ıssız bir yerdeydi? Yoksa kurtulamadı mı? Gözleri dolmuştu yine. Oturduğu yere uzanıp uyumaya çalıştı. Enerjisini koruması için uyumak zorundaydı.
Martı sesleriyle uyandı yine. Gözlerindeki çapakları temizledi. Bugünü geçirecek kadar odun ve yemeği vardı aslında ama yine de bir şeyler yapması gerektiğini hissetti. Yönünü kaybetmemek için çantanın üstündeki pusulayı kullanabileceği için sadece çakı ve çantayla dolaşmaya başladı. Yemeği bittiği zaman yiyebileceği bir şeyler aramaya başladı. Arada sırada ormanın içindeki seslerden ürperiyordu. Ormanda çok fazla kuş olsa da onları çakıyla avlayacak beceride değildi. Tuzak kurması gerekiyordu. Etraftan küçük dallar toplayıp çantasında biriktirdi. Topladığı otlarla dalları birbirine bağlayarak kase şekline getirdi. El becerileri iyi olduğu için Tanrı’ya şükrediyordu bu sırada. Kayalarından altındaki böcekleri öldürüp düz bir zeminde biriktirdi. Dallardan yaptığı kaseyi de ölü böceklerin üstüne böcekler gözükecek şekilde bir dalla dengeledi. Artık tek yapması gereken beklemekti. Üç dört metre uzaktan gözünü ayırmadan kurduğu tuzak işe yarayacak mı diye bakıyordu. Yarım saatin sonunda papağanı andıran yeşil kanatlı bir kuş tuzağın yanına kondu. Böcekleri görünce yaklaşıp yemeye çalıştığı sırada kasenin dayandığı dalı devirdi ve kasenin altında tüm gücüyle bağırmaya başladı. Murat yüzünde bir gülümsemeyle yanına gitti. İşe yarayacağına inancını kaybetmeye başlamıştı tam da. Çakıyı çıkardı ve kasenin dalları arasındaki küçük boşluklardan birine çakıyı saplayarak kuşu öldürdü. Kuşu alıp kemerine bağladı. Tuzağı da çantasına koyup kamp kurduğu yere geri döndü. Susuzluktan boğazı kurumuştu. Tatlı su kaynağı bulana kadar mataradaki suyu çok dikkatli içmesi gerekiyordu. Sudan 5 yudum alıp bıraktı kenara. Hava kararıyordu. Ateş yakıp yakaladığı kuşun tüylerini yolmaya başladı. Temizledikten sonra kuşu yaktığı ateşte pişirip yedi. Keşke tuz olsaydı diye geçirdi içinden. Gözü bir yandan şaraba kayıyordu ama onu Nisa’yı bulduğu zaman onunla birlikte içmek için bekletiyordu. Bir süre sonra yorgunluktan uyuyakaldı.
Gözlerini açtı, içinde bulunduğu durumu hatırlayınca kalbine bir bıçak saplanıyordu sanki. Yüzüne deniz suyu çarpınca uyku sersemliğini attı üzerinden. Vakit kaybetmek istemedi. İki gündür kahvaltı yapamıyor olması onu yorgun düşürse de dirençli durmaya çalışıyordu. Çantasını alıp adada geziye çıktı. Tuzak kuracak bir yer arıyordu. Bir saatlik bir yürüyüşün ardından aradığını buldu. Bugün başında beklemeyecekti. Kaseyi böceklerin üstüne yerleştirip su bulmak için yola koyuldu. Bir yandan da ikinci tuzağı yapmak ve akşam yakmak için dallar topluyordu. Birden gözleri açıldı. Olduğu yerde kalakaldı. İleride tahtadan yapılmış bir baraka duruyordu. Bir an oradan uzaklaşmayı düşündü. İçinde biri yaşıyor muydu? Şu an orada mıydı? Beni görünce nasıl tepki verir? Aklından yüzlerce senaryo geçiyordu. Girmeye karar verdi. Elindeki çakıyı sımsıkı tuttu. Yavaş adımlarla yaklaştı barakaya. Kapısını yavaşça itekledi. Rahatsız edici, gürültülü bir gıcırtıyla açıldı kapı. Sahibi orada değilse de bu sesi duymaması imkansızdı. Telaşla içeri baktı. İçeride yerde yatan bir iskelet görünce birden bağırıp geri dışarıya çıktı. Kokudan anlamalıydım diye düşündü. En azından sahibinin nerede olduğundan ve ona zarar vermeyeceğinden emindi. İçeriye tekrar girdi. Orada neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. İskelet bir kadına ait gibi duruyordu. Başı dönmeye başladı Murat’ın. Nisa aklına geldi ve artık dayanamayacağını hissediyordu. Yere düşecek gibi oldu. Eliyle barakanın içinde duvara dayalı ahşap masaya tutundu. O sırada masanın üstünde bir kitap gözüne çarptı. İlk sayfasını açtığında bunun bir defter olduğunu anladı. Defterin içinde çizimler vardı. Bu barakanın nasıl yapıldığıyla ilgili çizimler ve tuzak tasarımları. Anlaşılan ada şartlarında uzun süre yaşamış ve ağaçları kullanmayı iyi öğrenmişti bu kadın. Tasarımların olduğu sayfayı geçtiğinde bir an duraksadı. Yazılar Türkçeydi. Bunu hiç beklemiyordu. Bir günlüğe benzeyen düzende yazılmıştı. Yere çöküp okumaya başladı.
GÜN 1
Sabah uyandığımda kendimi bu adada buldum. Bulunduğum yerin yakınlarında adaya eskiden demir atmış bir gemiden kaldığını tahmin ettiğim bazı alet edevat vardı. İşime yarayacakları yanıma alıp kendime geceyi geçirecek bir yer yaptım. Tüfeğim ve barutum da var. Bu sayede avlanabilirim diye düşünüyorum. Ateş yakmak zor olmadı. Bulduğum aletlerin arasında kibrit de vardı. Böyle bir yerde bu kalıntıları bulmuş olmak başıma gelen en şanslı durum olabilir. Tabii bu adaya düşmek de en şanssız. Ayrıca bacağımdaki yarayı sarmak için bez parçaları kullandım. Neler yapabileceğimden veya ne kadar dayanabileceğimden emin değilim. Özellikle suyum yok şimdilik. Yarın su bulmak için adayı keşfe çıkacağım.
GÜN 2
Su kaynağı bulamadım. Kalan yemeğim çok az. Ayrıca bacağımdaki yara sanırım enfeksiyon kaptı, iyiye gitmiyor. Bu defterle kalemi buraya bırakan gemicilere çok teşekkür ediyorum. Buraya yazdıkça az da olsa biriyle konuşuyor gibi hissediyorum. Yarın da böyle geçerse benim için durum iyi olmayacak.
Murat, sayfaları karıştırmaya başladı. Hepsini daha sonra okurum diye düşündü.
GÜN BİLMEM KAÇ
Bu buraya yazdığım son yazılar. Artık günleri takip etme gereği hissetmiyorum. Uzun zamandır buraya da yazmıyordum. Zaten mürekkebim de az kaldı. Max denen aptal Portekizlinin içip tekneyi yakması sonucu sevgilimi kaybettim. Onun hala yaşadığına inanmakta çok zorlanıyorum. En az iki yıldır buradayım ve Murat’ın yaşadığına dair hiçbir ize rastlamadım bunca süre. Ben artık savaşmak için bir sebep bulmakta zorlanıyorum. Kalıntıların arasında bulduğum ve Murat’la içmek için beklettiğim iki şişe romu içiyorum şu an. Seni çok özledim sevgilim. Keşke şu an yanımda olup Nisa’m desen bana, saçlarımı okşasan o güzel ellerinle. Yanına geliyorum sevgilim. Bekle beni…
Murat, hareket edemedi. Kanının çekildiğini, her hücresinin titrediğini hissediyordu. Kalbinin çarpıntısından bir an kalp krizi geçirdiğini düşündü. Okuduklarını sindirmesi mümkün değil gibi duruyordu. Bunları Nisa yazmıştı. İki yıl mı? Hayır, hiç anlamlı değildi. Yanında duran iskelete baktı. Parmağındaki altın yüzüğü fark etti. Çekinerek yüzüğü çıkarıp içindeki ismi okudu: ‘MURAT’. Yanında Nisa’nın iskeleti duruyordu. Nasıl olduğunu düşünmeye gerek duymayı bıraktı. Nisa’nın yanındaki, bileklerini kestiğini tahmin ettiği bıçağı aldı. Bileğini kesip Nisa’nın elini tuttu.
-Hayatımı anlam arayarak geçirdim. Hayatıma bir anlam katan sadece sendin Nisa’m. Her şeyim senin içindi. Attığım her adım, söylediğim her söz, aldığım her nefes. Tüm bilinmezlerimin cevabıydın, şimdi en büyük bilinmezi sen verdin bana ama ne olursa olsun diğerleri gibi ölümüm de senin için…
İki gündür aç geziyordu Nisa. Bugün su kaynağı bulamazsa susuzluktan ölmesi yakın duruyordu. Bacağındaki yara gitgide daha kötüleşiyordu. Murat'ı bulmak için bağırsa da tehlikeli hayvanların dikkatini çekmekten de korkuyordu. Duyduğu bir kapı gıcırtısına irkildi birden. O sesin bir hayvandan gelmediğine neredeyse emindi. Sese doğru hareket ettiğinde bir baraka gördü.