Biyoloji, sadece yaşamı inceleyen bir bilim dalı mıdır, yoksa insanın kendini ve varlığı anlamlandırma çabasının bir parçası mı? Teoman Duralı’nın eserleriyle karşılaşan biri, biyolojinin yalnızca laboratuvar ortamında deneylerle şekillenen bir bilim olmadığını fark eder. Duralı, biyolojiyi bir düşünme biçimi olarak görüyordu. Onun için canlılık, mekanik ve kimyasal süreçlerle açıklanamayacak kadar karmaşık, varoluşun özüne dair ipuçları sunan bir olguydu.


Modern bilim, doğayı bir makine gibi ele alır. Canlılık da bu makinenin bir parçası olarak, hücrelerin kimyasal tepkimeleriyle, genlerin kodlarıyla tanımlanır. Ancak Duralı, bu indirgemeci yaklaşımı sorgulayan bir filozof olarak, biyolojinin sadece fizik ve kimyaya indirgenemeyeceğini savunuyordu. Canlılık, bir rastlantılar bütünü müydü, yoksa doğanın kendi içinde bir amacı var mıydı? Bu soru, modern biyolojinin görmezden geldiği ama Duralı’nın ısrarla sormaya devam ettiği bir soruydu.


Batı bilim anlayışı, doğayı bir nesne olarak görmeye meyillidir. Oysa Doğu düşüncesi, doğayı bir bütün olarak ele alır. Teoman Duralı, her iki geleneği de iyi bilen biri olarak, Batı’nın nesneleştirici bilim anlayışını eleştirirken Doğu’nun metafizik derinliğini de göz ardı etmiyordu. Ona göre, hakikat, ne yalnızca Batı’nın ölçülebilir, hesaplanabilir dünyasında ne de Doğu’nun mistik kavrayışında saklıydı. Gerçek anlamda bilmek, her iki yaklaşımı da içine alan bir düşünme biçimi gerektiriyordu.


Bu noktada, Aristoteles’in teleolojik bakış açısı Duralı’nın düşüncesinde önemli bir yer tutar. Modern biyoloji, canlılığı salt genetik ve çevresel etkileşimlerle açıklarken, Aristotelesçi gelenek doğada bir yönelimin, bir amacın olup olmadığını sorgular. Duralı, bu tür soruların biyolojiden dışlanmasının, aslında bilim anlayışımızı fakirleştirdiğini düşünüyordu. Canlı organizmalar yalnızca tesadüflerin ürünü olabilir miydi? Doğanın kendine özgü bir düzeni, bir niyeti var mıydı?


Duralı’nın düşüncelerini anlamak, bilimi yalnızca teknik bir uğraş olmaktan çıkarıp bir felsefi sorgulama alanı olarak görmeyi gerektirir. Onun biyoloji felsefesine dair ortaya koyduğu görüşler, yalnızca akademik tartışmaların ötesine geçer; bilimle düşünmenin, yaşamla felsefe yapmanın mümkün olduğunu gösterir. Bugün onun yazdıklarına dönüp baktığımızda, bilim ile felsefe arasındaki sınırların yeniden düşünülmesi gerektiğini fark ederiz.


Teoman Duralı, bize yalnızca biyolojiyi değil, düşünmeyi de sorgulamayı öğretti. Onun mirası, bir laboratuvarın sınırlarını aşan, doğanın derinliklerine uzanan bir bakış açısıdır. Bilimin, insan aklının sınırlarına sıkışmadığını gösteren bir pencere açmaktır. Ve belki de en önemlisi, bilim ile felsefenin birbirinden koparılamayacağını hatırlatmaktır.