Kendi hayatlarımıza geç kaldık, belki de ondan bu anlamsız acelemiz.
Hani çocukken oyuna dalıp zamanın nasıl geçtiğini anlayamaz ve eve geç kalırdık ya, işte büyüdük yine oyuna dalıp geç kaldık ama bu defa geç kaldığımız yer evimiz değil kendi hayatımız. Daldığımız oyun da zevk alarak oynadığımız bir oyun değil. Aslında oynamak istediğimiz bir oyun da değil. Oynamak zorunda kaldığımız, hayatın bize hazırladığı kurallı oyunlar. Ama biz kurallı oyunları seven çocuklar değiliz ki. Biz kuralları olmayan oyunları severdik, illa kurallı oyunlar oynayacaksak bile kurallarını başkasının koyduğu değil kendi koyduğumuz oyunları oynamayı severdik.
Kendi hayatımız gözlerimizin önünde mahvoldu, bizi terk edip gitti, hoşça kal bile diyemedik.
Kötü olan istediğimiz hayatı yaşayamıyor olmamız değil, başkalarının fikrimizi bile sormadan bizim önümüze sundukları hayatı yaşamak zorunda olmamız. Hayat bizim hayatımız fakat kendi hayatımızda bizim hiçbir sözümüz geçmiyor başkalarının sözünün geçtiği kadar. İşte bundandır cevabını bulamadığımız bütün mutsuzluklarımızın sebebi, bundandır hiçbir işi yoluna koyamamamız.
Çevremizdekilerin de bizden hep bitmek bilmeyen beklentileri oldu. Lakin kendi hayatına yön veremeyen insanlardan ne beklenirdi ki? Onlar bunu anlamadı, anlayamadı, anlayamaz da. Onlar hem hayatımıza karıştılar hem de hayatımızı karıştırdılar. Bizim hayatımızı kendi hayatları sandılar, hep yön verdiler. Bir kerecik yön verebilsek sonrası gelirdi belki ama ona bile izin vermediler. Onlar güçlüydü biz zayıf... Bırakın biz yön verelim, bırakın hatalar yapalım. Hatalar yapalım ki yaşamayı öğrenelim. Yaşayalım ki yaşatabilelim. Nereye baksak yaşamaktan yorulmuş, bıkmış gençler görüyoruz. Yönetmeyi, karışmayı bırakalım; az müsaade edelim yaşamaktan keyif alan gençler yetişsin. Bizim hayatımıza karışıldıkça biz defarkında olmadan zaman zaman başkalarının hayatına karışıyoruz. Mesela saçını öyle yapma böyle yap, onu giyme şunu giy demek bile başkasının hayatına karışmaktır. Maalesef herkes birbirinin yaşam alanına izinsiz giriyor ve orada sonsuza kadar kalıyor. Aslında başkalarının hayatına saygı göstermek kendi hayatımıza saygı göstermekle başlar. Bunu anlayabilsek keşke...
Bize karışan insanların artık karışmamalarını istiyorsak onları hayatımızdan çıkaralım, çıkaramıyorsak araya bir değil bin mesafe koyalım. Çünkü mutsuzluklarımızın temel sebebi o insanlar. Huzurumuz, mutluluğumuz, yaşama sevincimiz için bize engel olan ne varsa ortadan kaldırmalıyız. Bize engel olmalarına engel olmalıyız. Kendi sınırlarımızı kendimiz çizmeliyiz başkaları değil. Ve de sınırlarımızdan öteye en sevdiklerimizi bile sokmamalıyız.
Unutmayın hayatımızın ilkbaharındayız ve bunu sonbahara çevirmelerine asla müsaade etmeyeceğiz!
Mesela bir eylül daha geçiyor ömrümüzden fakat biz bir eylül daha yapmak istediğimiz ne varsa hiçbirini yapamıyoruz. Gelin artık bu eylül başlayalım hayallerimizi gerçekleştirmeye ve gerçek anlamda yaşamaya...
Ve ben bir daha ışıklı spor ayakkabılarım olmayacağını bilseydim büyümemek için süt içmezdim hatta yemek bile yemezdim. Eğer yaşlanırsam eminim ki "Bir daha gençlik günlerimin gelmeyeceğini bilseydim her günümün tadını doyasıya çıkarırdım, anı yaşardım, kim ne derse desin istediğim ne varsa yapardım." diyeceğim.
Muhammed Dalpalta
2020-04-28T23:44:30+03:00Benim hiç ışıklı spor ayakkabım olmadı. Elinize sağlık güzel olmuş :)
Ozan Aydın
2020-04-28T16:04:23+03:00Güzel bir yazı, kutlarım. Çocukluğu öven tüm yazılarda kendimden bir şeyler bulurum.
Kendi hayatlarını yönetemez hale gelenler başkalarının hayatlarını yönetmeye yeltenirler. Direksiyon başındakine laf yetiştirmek daha kolaydır çünkü. Tutsağı oldukları doğrularını dayatmak hoşlarına gider. Geleneksel ve ezberlemiş kalıpların / kabullerin dışında yaşayan özgür insanları törpülenip şekil verilecek nesneler gibi görürler. Hayatınızı hacklemeye çalışan bu tür korsanlara karşı güvenlik duvarınız olsun. Geçemesinler içeri.