Denizin kokusu çarpıyor yüzüme; gözlerim, beni çocukluğuma kavuşturabileceğine inandığım suları arşınlıyor. Sesinin tınısında bir şeyler var; küçülüyorum bir anda, 5 yaşıma geri dönüyorum. Bana anlattığın anıların içinde buluyorum kendimi. Kimseye anlatmadığım duygularım, kimsenin bilmediği anılarım taşıyor sesinden. Gözüm denizde, kulağım sende dinliyorum. Sesin çocukluğumdan gelen bir rüzgar gibi omuzlarıma dokunuyor.
Gözlerim yaşarıyor, yıllar senin sözcüklerinin arasında, içimden akıp gidiyor.
O an anlıyorum; meğer her gece oturup aynı yıldızları saymışız. İstanbul Boğazı'nın bir yakasında sen, bir yakasında ben; hep farklı yerlerde ama aslında hep aynı yerlerde, aynı boğazın kıyısında büyümeyi beklemişiz. Ayaklarımız hep farklı yere bassa da; sabırsızca, korkusuzca hayatın peşinden gitmeyi istemiş, tüm dünyaya meydan okurcasına gülen yüzlerimizle el ele tutuşup boğazın iki yakasını bir araya getirmişiz.
O an anlıyorum; hislerimi sokacak bir evim bile yok derken neden bu şehirde kalmak istediğimi, neden buranın bir türlü yakamı bırakmadığını, her gittiğim yerden koşarak geri geldiğimi...
Çocukluğumuz kesişmiş bir yerlerde, aslında hiçbir yerde, ama aslında her an her yerde.
Bugüne kadar ruhum anlamsızca, heyecanla bir şeyler sayıklıyormuş da seni duyunca durulmuş, huzura ulaşmış, aslında hep senin adını sayıkladığını anlamış gibi. Adını koyamadığım, sebebini bulamadığım boşlukların ipi hep senin ellerindeymiş. Üzerine uymayan bir kılıf geçirdiğim tüm hislerimin üzerindeki örtüler çekip alınmış, ortalık toz duman olmuş; yıllardır açılmamış bir pencerenin açılmasının ardından her yer aydınlanmış gibi hissediyorum. Şimdi anlıyorum birçok şeyi; seni, beni. Geçmiş ve gelecek, tüm hayatım, gözümde bir olup ince ince ışık saçıyor her yere.