Meydanda, filenin sultanlarının final maçı için kurulan ekranın çevresine doluşmuştuk. O amcayla, maçın başlamasını beklerken tanıştım. Bir süre izledim öncesinde ne yaptığını. Yere oturmuş, önündeki tahta tezgâha yaptığı bileklikleri diziyordu. Sağ tarafındaki kutudan tek renk, kırmızı bir ip çekiyor, solundaki kâseden de tek çeşit bir boncuk alarak ipe bağlıyor ve tezgâha diziyordu.
Bu noktaya kadar beni cezbeden pek bir şey yoktu. Birkaç dakika sonra ilgimi tekrardan çeken noktaysa, tezgâhtaki bileklikleri 20 liraya satarken, o an yapıp verdiği bileklikleri 25'e satmasıydı.
Artık yapıp verdikleri, tezgâhtaki satışı üçe katlayınca dayanamadım ve küçükten yanına yaklaştım. Sakin bir an yakalayıp, yanında olduğumu anlasın diye eğilip omzuna dokundum.
- Selamlar, kolay gelsin.
- Hop! Eyvallah genç adam. Buyur.
- Bileklikler çok ilgimi çekti, bi' selam vereyim dedim.
- Sana da yapalım bir tane?
- Olur.
Daldırdı elini boncuk kâsesine, taktı ipe hemen, düğümledi yaptı verdi. Elimi cüzdanıma atarken, "Hangisi geldi?" diye sordu.
- Pardon?
- Hangi boncuk geldi?
- Boncuuuk... Şey, üzerinde yıldız resmi var.
- Ooo, şansın bol olsun evlat!
- Ya açıkçası ben bu olayı tam anlamadım, hatta merak ettim. Mesela tezgâhtakiler neden yirmi lira, bunlar neden yirmi beş?
- Tezgâhtakiler senin geçmişin; benim yaptıklarımsa geleceğin! Geleceğin bi' beş liralık hatırı vardır herhalde?
Anlamadım. Sessiz kaldım. Gülümsedi. Solundaki kâseyi alıp yüzüme yaklaştırdı ve "İçine bak." dedi. Parmağımı kâseye daldırıp biraz karıştırdım. Kalpli, yıldızlı, aylı, güneşli boncuklar... "Şans, bereket, sağlık ve aşk." dedi. Tam, "Valla yine anlamadım." diyecektim ki amcanın yüzüne bakınca aydınlandım; tüylerim diken diken oldu! Elim ağzımda kapalı, "Aaaa, tamam!" dedim. Kâseyi kenara koyup, "Bazen geleceğe körlemesine dalmak gerek." dedi ve gözlüğünü düzeltti. "Hadi bu bileklik de benden olsun."
Amca, görme engelini o kadar zekice bir zanaate çevirmişti ki, anlamam uzunca bir vakit almıştı. Kâsedeki tüm bonuklar şekil ve doku olarak aynıydı. Amcanın, hangisini çektiğini -doğal olarak- bilemediği boncuk, senin kaderini belirliyordu; o yüzden onlar gelecekti onun deyişiyle. Tezgâhtakilerse zaten çekilmiş ve yapılmış bilekliklerdi. Dilediğini seçmekte özgürdün.
Ben şuraya voleybol maçı izlemeye, bağırıp çağırmaya ve enerji atmaya gelmiştim. Ne ara bilekliğime baka baka yerime dönüp de hayat dersi almanın verdiği şapşallıkla kendimi yarım akıl maçı izlerken bulmuştum, anlamadım.