en la oscuridad, puede haber luz.

en la miseria, puede haber belleza.

en la muerte, puede haber vida.



Günün birinde, içinde görece ufak bir boşlukla, güzel mi güzel bir bebek gelmiş dünyaya. Işıldayan gözleri ve onu diğerlerinden ayıran gülümsemesiyle o kadar göz alıcıymış ki, bir bakan bir daha bakarmış yüzüne. Ne var ki kimsesizmiş, sadece hayranlıkla seyredilmekten ibaretmiş sevgi diye bildiği şey.


Küçük kız büyüdükçe içindeki boşluk da onunla beraber büyümüş, büyümüş, büyümüş... Zaman geçtikçe ve boşluk kızı ele geçirdikçe, cılız bedeni kuvvetli rüzgarlara karşı koyamaz olmuş; bir oraya bir buraya yalpalanmaya başlamış.


Boşluk büyümeye devam etmiş sonra, böylece küçük kız daha da hafiflemiş. Hatta öyle ki, bir gün yer çekimine meydan okuyamayan cüssesi ansızın yerden havalanmış. Rüzgar hiç zorlanmadan küçük kızı gökyüzüne çıkarttığında o, uçtuğunu zannederek tebessüm etmiş. Rüzgar kesilip de sertçe yere çakıldığında; vücudundan oluk oluk akan kan göstermiş ona aslında uçamadığını.


O gün kanlar içinde yatarken, bedeninden kopup düşen birkaç parçasını görmüş yerde, nice zamandır aramaktaymış zaten onları. En sevdiği parçaları olmalarına karşın, oracıkta bırakmak zorunda kalmış hepsini. Çünkü kırılan parçalarını nasıl yapıştıracağını bilmemenin verdiği korku, onları kendisine yabancılaştırmış.


Acıyla bağırdığında kimse ona yardım etmemiş, sadece seyretmekle yetinmişler. Hatta bir kısmı yüreklerinden kabaran "sözde adalet" duygusuyla, kızın kötü kaderinin göz alıcı güzelliğinin bir bedelini olduğunu söylemiş. Böylece sahip olamadıkları güzelliğe duydukları öfke azalmış. Küçük kız yine de onlara kızmamış çünkü kendilerini sevmeyi ancak bu şekilde becerebildiklerini görmüş.


Kızın tüm bedenini yemesine rağmen boşluk doymamış, gözünü soyut şeylere dikmiş bu sefer. Sıra anılardaymış. Kimsesiz kızın yargılayan gözlerin perspektifinde tek başına geçirdiği ömründe yalnızca birkaç anısı olduğu için onların da hiçliğe karışmaları zor olmamış zaten. Geçmişin silinmeye yüz tutmuş birkaç solgun izi, kıza fark ettirmeden kayıplara karışmış. Rüzgarla ve kuşlarla olan dostluğunun izleriymiş bunlar.


Anılar da tükenince sıra güzel duygulara gelmiş. Haşince çekip almış boşluk kızdan onları; umutla parıldayan gözlerindeki ışık kaybolmuş önce, neşeyle kıvrılan dudakları solmuş sonra. Küçük kız havada yapayalnız süzülürken tek hissettiği korku ve üzüntüymüş artık. Kısa ömründe tadamadığı mutluluğun, umudun, sevginin ve aşkın; ne anlama geldiğini de bilmez hale gelmiş.


Öyle bir gün gelmiş ki boşluk, korku ve üzüntüyü bile çok görmüş küçük kıza. Tek hamlede almış kızın kötü duygularını, hiçbir his bırakmamış geriye. Gözyaşları akamayacak kadar hafifleşmiş önce, üzüntünün yok oluşuyla beraber ise göz pınarları kurumuş. Sonra korku kaybolmuş, kaybedeceği hiçbir şeyinin kalmaması yüzündenmiş bu. Nefret ve öfke de uzaklaşmış kendiliğinden, güzel duygularla beslenmediklerinde tesirleri olmazmış zaten.


O günlerde küçük kız, kendinden ayrılan külleri izleyerek çaresizce yok oluşunu beklerken; boşluğun kendisine yaptıklarına değil de, geriye tek bir umudunun dahi kalmamış olmasına dayanamayıp, kendini daha önce çıkmaya cesaret edemediği kadar yüksek bir yerden bırakma kararı almış. Bu sayede kalan son birkaç parçası da tuzla buz olur, evrende kapladığı zoraki yere bir son verebilirmiş.


Güç olmamış bu kararı vermek, bir sebep aramış var oluşuna, aklına tek bir şey bile gelmemiş. Dünyanın en yüksek tepesine doğru süzülmüş ifadesiz suratı ve kocaman donuk gözleriyle, sessizce. Çıktığı yükseklikte artık kuşlar bile yokmuş. İstediği yüksekliğe erişince havalanan bedeni yere çakılabilsin diye tüm gücüyle aşağıya doğru bastırmış kendini... Ama o da ne, düşmemiş yere, düşememiş; biraz da olsa alçalamamış bile. Kaç defa denediyse de nafile, havada süzülmeye devam etmiş her denemesinde. Küçük kız acı bir şekilde varlıkla yokluk arasında sıkıştığını anlamış.


Öylesine süzülmeye devam ederken havada, ne zaman tam anlamıyla hiçliğe dönüşeceğini düşünmüş hep, özlem duymuş gelmek bilmeyen o güne. Günler günleri kovalamış, eksilmeye devam etmiş küçük kız; kendisinde var olduğundan haberi olmadığı özelliklerinin farkına varmış yok oluşlarıyla beraber. Ve her eksilişinde şaşırmış, geriye kendinden hiçbir şey kalmadı sanıyormuş çünkü. Bu sırada aklında, başaramadığı birçok şeyin içinde, yok olmayı bile başaramamış olması varmış.


Sonsuza kadar süzülmüş göklerde yalnız başına. Sonsuz günlerin ardından bir gün kim olduğunu da unutmuş. Çünkü boşluk son kurşununu atarak ruhunu almaya hazırlanıyormuş. Küçük kızın ruhu boşluğun girdabına girmeden hemen önce, güneş tayfının ihtişamı az sonra kapanacak olan gözlerini kamaştırmış. Kendisinden çalınan hislere rağmen, son defa hayranlık duymuş turuncuyla pembeye. Ve gözlerinden bir damla yaş süzülmüş ağlama yetisini kaybedişinin üstünden sonsuz günler geçmesinin ardından. O zaman anlamış aradığının yoklukta saklı olmadığını, ama artık çok geçmiş; gözyaşı gökyüzünden usul usul inerek toprağa değdiğinde, küçük kız hiç var olmamış gibiymiş. Kimsenin hatırlamadığı, tozu bile kalmayan biriymiş.


Bir süre sonra toprakta küçük kızın gözyaşlarıyla ıslanan yerden bir ağaç filizlenmiş. Bir bakanın bir daha baktığı, gözlerini ondan alamadığı bir ağaçmış bu. Ne var ki küçük kızın bedenindeki boşluğun aynısından varmış onda da. Ağaç büyüdükçe boşluk da büyümüş, büyümüş, büyümüş... Günü gelince aynı küçük kızı ele geçirdiği gibi ağacı da ele geçirmek istemiş. Acımadan köklerinden asılmış ağacı, toprağından ve canından ayırmak istemiş.


Tam o vakit; kuşlar, böcekler mesken edinmeye başlamışlar ağacı. Bundan güç alan kökler, sıkı sıkı sarılmış toprağa. Evet boşluk günbegün büyümeye devam etmiş aynı hızla; ama o büyüdükçe dallardaki kuşlar, böcekler ve meyveler de artmış. Hep birlikte ağacın toprağından ayrılıp bir hiç olmasına izin vermemişler. Ağaç kocaman boşluğuna rağmen yüzyıllarca dimdik yaşamış,


Buna şahit olan kuşlar anlamışlar ki, meğer küçük kızı yok eden şey boşluğu değilmiş, yalnızlığıymış. Sıkı sıkı sarılacağı kimsesi olmadığındanmış göç edişi, hatırlanmayışı, kendisinden hep nefret edişi.


Yine de kuşlar, boşluğun küçük kızın benliğinde gözden kaçırdığı bir parçanın, evrenin bir yerinde huzurla var olduğuna inanmak istemişler. Onlar buruk bir özlemle buna inanadursunlar, gerçek şuymuş ki küçük kızın tek bir parçası bile yapayalnız bırakıldığı bu dünyada daha fazla durmak istememiş.


karanlıkta ışık olabilir.

sefalet içinde güzellik olabilir.

ölümde yaşam olabilir.