Orta Anadolu'da, uçsuz bucaksız bir bozkırın ta ortasında öylece duruyorum. Bozkır gün sarısı, güneş parıltısı parlıyor boylu boyunca. Fakat gökyüzünde kara bulutlar, kafamı kaldırıp baksam sanki üzerime yağacaklar.


Bozkır kurak, sıcak. Hani yağsa fena olmaz diyorum ama ''bu nasıl bir hava'' düşünseli de ürpertiyle karışık işliyor içime. Elimi ceketime atıp tabakamdan bir cigara alayım diyorum yine. Tam cebimdeki delikten astara kaçacakken yakalıyorum tabakayı. İlerideki bir ağacın dallarının gür olan kısmının altına çömelip duruyorum. Olur da yağarsa hiç değilse ıslanmamış olurum diyorum ama toprak öyle sıcak ki içimin yağmurları çoktan akmaya başladı bile.


Kibriti çakıp cigaraya tuttuğumda, ilk kağıttan taşan tütünler can veriyor ateşe, kağıt emiyor ateşi ve bir nefes akarken içime doğru, bir damla düşüyor cigaranın üstüne, kesiliyor nefesim. Islanan yeri koparıp atıyorum ağzımdaki küfürle beraber. Sırtımı ağaca yaslıyorum. Ayaklarımı kendime çekip kasketimi de baş ucuma doğru eğiyorum ki bir daha ıslanmasın cigara. Ben çakıyorum kibriti ve bir damla gelip söndürüyor kibriti henüz ateşi değmeden cigarama. Açıp kutuyu bir daha yakayım diyorum ama bakıyorum ki elimde kalan son kibrit. Siper edip ceketi kendime iyice saklayayım ateşi içine derken ceket sırt kısmından yırtılıyor. ''Bi' orası kalmıştı yama olmadık!'' deyip çakıyorum kibriti ve telaşla yakıyorum cigaramı. İlk nefesi zafer kazanmış bir komutan edasıyla çekiyorum içime. Sanki düşmanın ölü bedenleri boylu boyunca yatıyor bozkırın her bir yerinde, ezilmiş kuru otlar gibi. Aman dileyene aman vermeyecek bir kibirle çekiyorum içime. Gevşeyip uzatırken ayaklarımı, topuklarımın altında ileri sürülüyor bozkırın toprağı. Kuru toz kalkıyor havaya. Toprak hala kuru ve hala sıcak. Kafamı yaslayıp ağaca, kasketi de düşürüyorum alnıma. Tam bir duman daha çekeyim diye yanaştırırken cigarayı limana, bir bakıyorum sırılsıklam olmuş. Kasketi elime alıp da ''Hay ben senin...'' diyecek olup ayaklandığımda fark ediyorum bütün o kara bulutların ağaç dallarının üzerine kadar çöktüğünü.


''Tövbe bismillah...'' Yerin iki adam boyu üstü uçsuz bucaksız kara bulutlarla kaplı. Yerin kendisi ise hala gün sarısı ve sıcak. Kara bulutların içinde şimşekler yer değiştiriyor, şimşek atan yerde bulutlar aydınlanıp tekrar zifiri karanlığa bürünüyor. Benim cigaramı söndüren yağmur damlası haricinde de hiçbir yerde bir ıslaklık yok.


Bulutların arasında gök gürültüleri ve onların da içinde sanki insan sesleri duyuluyor. Dua eder gibi, celladına boyun eğmiş çaresiz bir ölümlünün son bir şans dileyişi gibi. Kadın erkek sesleri karışık bir halde sanki o nidalarla bana doğru gelir gibi. Bi' an gözüm yerdeki cigarama takılıyor. Bozkırın sıcağı ıslanan cigaramı kurutmuş, yerde yanarken görüyorum kalan tütünleri.


İstemsizce çıkarıp ayağımdan lastiklerimi ve yırtık çoraplarımı atıyorum ağaçtan az öteye. Bir don kalıyorum öylece; korkudan mı, sıcaktan mı bilmem! Sonra kıyafetlerimin tutuşup yanışını izliyorum bozkırın sıcağında. Ben ve ağaç hariç her şeyi yakacak ya da yaktı diye düşünüyorum çünkü zaten ben ve ağaçtan başka da bir şey yok.

Bir el arkadan gelip ağzımı kapatıyor, çekip yaslıyor beni ağacın gövdesine. Ölü bir bedeni çekip sürüklercesine, zaten on karış var yok bir mesafede. Karşı koyamayacağım bir kuvvet ve sertlikte eller. El değil bunlar, ağacın dalları! Yapıştırıp gövdesine sarıyor beni, sırtıma batıyor gövdesinde belli belirsiz irili ufaklı dallar.

Ağzım kapalı, ellerim ayaklarım sıkı sıkıya tutulmuş, bir tek gözlerimi oynatabiliyorum. Gözlerim yüreğimle beraber yerinden çıktı çıkacak bir halde. Son şimşek ve gök gürültüsünden sonra bulutların arasından bozkır sarısı sayfalar düşüyor toprağa doğru. Yağmur gibi yağıyor fakat daha yere değmeden havada küle dönüp kayboluyorlar. Her bir sayfada bir şeyler yazıyor ve her biri sanki yeni yazılmışçasına okur okunmaz akarak kaybolan bir mürekkep ile göze değiyor.


''Oku ve ezber et.'' yazıyor her birinde, benden tarlalarca öteye düşende de görebiliyorum aynı şeyin yazdığını. Ağlamaklı bir halde gözlerimi tamam anlamında kırpıyorum. ''Doğrul ve sadık ol." yazıyor bir sonra gözüme ilişen sayfada. Bulutların arasından suretler beliriyor kara kara, cinsiyeti belirsiz suretler. Bir örtünün arkasından bana bakar gibi bakıp çekiliyorlar sırasıyla ve hızlıca. Ağaç dallarını çekiyor üzerimden ama sanki bir yayda gerilir gibi çekiliyor tenim, yırtılır gibi oluyor bedenim. İki kanadından tutup da çekilmiş bir tavuk gibi patladı patlayacak göğüs kafesim. ''Sus.'' yazıyor bir başka sayfada. Buğulu gözlerimi iyice açarak okuyorum yazılanı, noktası virgülüne varıncaya dek tamamlamak istiyorum, sanki okusam bitecek, kurtulacakmışım gibi geliyor.


''Öleceksin! Çünkü sen, senden önce dirilenlerle birsin.'' yazısını okuduğumda başım öne düşüyor ve hepten çekiliyor dallar bedenimden.