Mezarlık Sohbetleri


"İçinizde, cennet veya cehennemdeki yeri önceden bilinmeyen kimse yoktur."

 

Aziz’in iri görünüşü ve yüzündeki o sert ifadeye rağmen içinin saflığı ve merhametinden şüphesi yoktu hocanın. Oturduğu yerden Aziz’i seyrederken o berrak yüzünde, yalnızca sol gözünün altındaki çiziğin bir kusur olarak durduğunu fark etti. Sokaklarda yaşadığı zamanlardan bir gün, ertesi günü bir mahalle pazarının kurulacağı sokakta, pazarcılar akşam vakti mallarını indirmiş bir bekçiye teslim edip gitmişken, gece yarısı o kasalardan meyve çaldıkları sırada bekçiden kaçmak için kendini zor bela soktuğu iki evin arası bir duvar boşluğunda çizilmişti yanağı. Bekçi Aziz’in peşi sıra hızla koşunca Aziz de kendini yokuş yukarı vurmuş belki bekçi vazgeçer, diye, ama bakmış bekçi vazgeçmiyor... İri göbeği ve ilerleyen yaşına rağmen bekçi ısrarla düşmüş peşine Aziz’in. Nefesinin menziline yetmeyeceğini düşündüğü anda gözüne kestirdiği o boşluğa atmış kendini. Elli santim genişliği ya var ya yok; uzunca ve dibe doğru gittikçe daralan bir boşluk. Elbette bir çıkış bulurum ümidi ile atmış aslında Aziz kendini o boşluğa fakat daralan sona vardığında duvar örülü olduğunu ve duvardan aşağıya doğru da tel örgüler sarktığını fark etmiş. O an bir kovboy filminde izlediği sahneyi hatırlayıp karanlıkta yüzü parlamasın diye ışığın vurduğu yerin aksine çevirirken yüzünü; tel batmış gözünün bir parmak mesafe kadar altına, Aziz de hızla çekilince iyice çizilmiş yüzü. “Hayatımda acıya sustuğum ilk gündü.” demişti Aziz, başından geçen bu olayı hocaya anlatırken. “Çelimsiz bir çocuğum o zamanlar, o daracık yerde ne kadar kaldım, nefesimi ne kadar tuttum, acıya nasıl sustum hiçbir fikrim yok. Yüzümü dönmüşüm karanlığa, bekçinin soluk soluğa kalışı ile beni kalaylayışını duyuyorum ama beni gördü mü, bana doğru geliyor mu bilmiyorum. Sadece korkmuş ve susmuş bekliyordum.” Anlattığı her anısı, acısı, gülüşü gibi bu hikaye de çıkmıyordu hocanın aklından.

 

Mezarlığa girdikten sonra mezarların arasında gezinip de adı Mustafa ya da Zehra olan bir mezar taşı gördüler mi orada duruyorlar. Zamanla artık bu isimlere sahip mezarların pek çoğunu ezber etmiş. Hatta güneşin konumuna göre gölge olanı tercih eder ya da mevsime göre şatlara uygun olanın yanına gider, oturup sohbet ederler. Fakat önce merhum için bir dua okunur, sonra Aziz’in annesi Zehra ve babası Mustafa için de birer dua okunur. Aziz daha 9 yaşındayken annesi ile babasını memlekette bir trafik kazasında kaybetmiş.


— Aziz, şu an yan profilden sana bakan bir yabancı olsa, yeminle selamsız kaçar gider.


Aziz hafif gülümseyerek hocaya doğru dönüp “Hocam kedi tehlikeyi görünce aslında korkudan kabarır, içinin telaşı başkadır fakat o öyle bir kabarır ki karşı taraf onu görünce irkilir ve vazgeçer. Bizimki de o misal, içimiz hiç değişmiyor da dışımızı şartlar belirliyor. Haklısın, şu kesik bazen beni bile ürkütüyor ama bazen de havalı gelmiyor değil. Çok şükür imkanımız var da üst baş bir şeyler ile hiç değilse façamızı düzgün tutmaya çalışıyoruz.”


— Oy benim güzel kardeşim, şaka yapıyorum sana biliyorsun. İnan ol, seni o şartlarla sınayan, şartlara göre kalıba sokan da yine Allah’tır. Dışının içinden farkı yoktur Aziz, hepimiz için böyledir bu. Hani derler ya “içi dışı bir insan”; hepimiz öyleyiz güzel kardeşim fakat kimi zaman dışa yanılır kimi zaman da içe kanarız, bütünü görmeyiz.

 

— Bu yara bana bekçiyi falan değil hocam, bu yara bana annemi hatırlatıyor. Bu yaraya her dokunuşumda annemi hatırlıyorum. O gün hocam, bu yaranın olduğu gün, canımın yandığı an, içimde bir kıyamet çığlığı, “anne” diye bağırdım içime. İlk kez, aradan geçen onca zaman sonra annemin yokluğuna ve hakikaten ortada çıplak duran yalnızlığıma ağladım orada. Ağlarken mi uyumuşum yoksa korku, üzüntü ile bayılıp mı uyumuşum bilmem ama ertesi güne orada uyandım ben. Güne bir başka uyandığımı fark ederek üstelik. Derisini değişen bir hayvan misali bir başka çıktım oradan.

 

Hoca Aziz’in başını ellerinin arasına alıp öptü ve kaldı bir müddet öyle. Aziz’in anıları henüz acıya dönüşüyordu. "Her yaşın kendince akışı vardır; çocukluk, ergenlik ve yirmi yaşlarda enerjini umarsızca savurursun, her yerde her şeyde varlık göstermek istersin. Otuz yaşlarında Aziz, otuzlu yaşlarda daha bir durağan ve biraz daha geçmişin ağrısını yeni yeni hissetmeye başlarsın, sorgularsın. Umursamadığın şeyleri belki daha bir umursarsın, umursadıklarını ise umursamaz belki... Hiç tanımadığın bir coğrafyada dilini dahi bilmediğin bir çocuğun açlıktan ölüşünde onunla birlikte ölebilirsin de." Aziz’in sancıları, sorguları da yeni başlıyordu ve tam da bu zamanda hoca çok iyi geliyordu Aziz’e.


— Bak ne yazıyor mübareğin taşında “Ve esirru kavlekum evicheru bih, innehu alimun bi zatis sudur.” Diyor ki; "Sözünüzü ister gizleyin ister açığa vurun; unutmayın ki O, kalplerin içindekini bilmektedir." Mülk suresi, 13.ayet. Şimdi bu Mustafa amcamız belli ki mübarek bir amcamızmış. Seçmiş olduğu ayet mühimdir, Kuran elbette ki başlı başına mühimdir ama demek istediğim bu ayet çokça kullanılan bir mezar taşı yazısı değil ve amcamız mezarının sadeliğinden de anlaşılacağı üzere zaten dininin kurallarınca yaşamayı kendine ve kendinden sonrakilere borç bilmiş bir amcamız. Kendi ne kadarınca yaşadı onu bilemeyiz ama mezarın bakımsızlığı, ilgisizliğine bakacak olursak kendinden sonrakiler yani çocukları yada yakınları, sevenleri eğer hala hayatta iseler anlıyoruz ki pek borcuna sadık olmamışlar. İşte tam burada Aziz, bir hadise göre Peygamber Efendimiz bir kabir ziyaretinde şöyle diyor: “İçinizde, cennet veya cehennemdeki yeri önceden bilinmeyen kimse yoktur.” İşte bunlar, o yeri bilinenlerin kendilerindendir.


— İyi de hocam, varacağımız adres belli ise bizim gayretlerimizin…

 

Hoca gülümseyerek sus mahiyetinde birkaç usulca vuruş yaptı eliyle Aziz’in dizine ve devam etti sözüne “Aziz’im aradan asırlar geçmiş ve o gün sahabelerin Peygamber Efendimize verdikleri cevap ile bugün senin cevabın arasında pek de bir değişiklik olmamış ve demiş ki Peygamber Efendimiz etrafındakilere “(Hayır.) Siz görevinizi yapmaya bakın. Herkes ne için yaratıldı ise o onu kolayca elde eder.” yani esasında bu, olacak olanın önceden bilinmesi manasındadır. Kişi, iradesiyle yaşadığı hayat sonunda neyi hak edecekse eder. Bu sonuç o kişi için yenidir fakat Allah’ın ilminde bunun bir yenilik olması söz konusu değildir. 

 

Aziz bir yandan hocayı dinlerken diğer yandan da çekirdek kabuklarından yaptığı dağın yıkılışına dayanamayıp yeniden üst üste koymakla meşguldü. 

 

— Ya hocam, Allah affetsin buraya gelip dua ediyoruz, oturup muhabbet falan…


Aziz üzerine oturduğu taştan kalkarak yerdeki kabukları ve birkaç uçuşup gelen çer çöpü yerden alıp poşete koydu. “Geçen gün gördüğün rüya hoca, o bozkırın ortasında kararan hava, ne bileyim acayip sesler duyman... Yine ondan evvelce gördüğün o bilim kurgu tarzı rüya... Farkında mısın bilmem ama bizim mezarlığa gelişimizin sonrasına denk gelen rüyalar bunlar ve bunlar son zamanlarda olmaya başladı.” Hocaya bakmadan konuşuyordu Aziz. Sanki tedirgin olmuş gibi, sanki bir şey biliyor da susmuş gibi.

 

Hoca ise iri bir karıncanın seyrine dalmıştı, Aziz’in söylediklerine gözlerini karıncadan ayırmadan, tebessümle karşılık verdi. Karıncanın mezarlıkta bunca nimet üzerinde yemek bulmak için gezinmesini bahtsızlığına saydı. Oysa boyunun birkaç yüz fazlası toprağın altına girse yedi sülalesini doyuracak ölü bedenler vardı. “İnsan bedeni toprak altında çürüyeceğine belki de en hayırlısıdır organ bağışı.” Aziz, konunun alakasızlığına karşı şaşkın bir bakış ile suskun suskun süzdü bir müddet hocayı. Parmağıyla karıncanın arkasından yol yapışına baktı, karıncanın tüm o zikzaklı gidişine rağmen dönüş rotasını şaşmadan aynı yerden gelişine takıldı. Hocanın kendi içinde çok derin muhakemelerle boğuştuğunu seziyordu, sanki büyük bir hesaplaşmaya bir savunma ya da bir sunum hazırlar gibi aklı sürekli zamandan kopup birtakım şeylerin zamanında kayboluyordu. “Günah değil mi organ bağışı?” dedi. “Niye olsun Aziz’im, işin ucunda insan yaşatmak var ise niye günah olsun?” Aziz, lafın o muhakeme esnasında ağzından çıkmış olduğunu düşünerek çok da dahil olmak istemiyordu aslında konuya, o aslında içteki fırtınayı merak ediyordu. Hoca da aynı isteksizlikle son cümlesi ile susmayı tercih etti. Ne diyor ayet: “'Her kim bir hayatı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur.' Yani güzel kardeşim, yitene ve kalana bir zararı olmadıkça günah değildir.”