Sonbahar gelmiş. Bulutlar hafiften bir rüzgar estiriyor, hafiften bir yağmur kokusu yayıyor etrafa. Ağaçlar sararmış yapraklarını kovmaya başlamıştı dallarından. Yapraklar hüzünle süzülerek iniyorlardı soğumaya yüz tutan toprağa. Düşünüyordum. Neyi düşünüyordum? Olduğum yerde durdum. Yanımda adını bilmediğim bir ağaç var. Sarı yaprakları tıpkı bir ayna gibi. Baktıkça elimdeki kitabı daha sıkı tuttum. 


İnsanları bu kadar meşgul eden şey neydi? Herkes ya evraklarına odaklanmış, ya cep telefonlarına, ya da başka bir şeylere. Kimse kimseyi görmüyor. Bu hâlde nasıl oluyor da birbirlerine çarpmadan yürüyebiliyorlar? Becerikli varlıklarız! Beceremediğimiz tek şey birbirimizi anlamak. Anlamak da anlamamak. Çoğu kişi anlıyorum deyip sırtımı sıvazladı. Anladın mı peki? Ben anlamadım, anlatsana bana da. Kendine anlam veremiyor insan. Ben anlam veremiyorum kendime. Sen nasıl anlam verebildin bana? Mükemmel yaratıklar değilsek mükemmel olmak zorunda da değiliz değil mi? Anlam neydi? 


Okulun ilk günü mesela. Kendini tanıyamayan insanlar birbirlerini “tanıyacak. “Benim adım şu. Şu yaştayım, şu mesleği yapmak istiyorum...” Buradan sonrası önemli değil. Birkaç ay sonra şöyle bir konuşma geçebilir aramızda: “Şu’nu tanıyor muydun?” “Evet, bizim sınıftaydı.” “İntihar etmiş. Nedenini biliyor musun?” Bilmem ki…” Birbirimizin ismini bilmemiz birbirimizi tanıdığımız anlamına gelmiyor. Birbirimizi kandırmaya, birbirimize yok yere güvenmeye ne gerek var? Bırakalım bu yalancı ve anlamsız anlayışlarımızı. Bu arada anlam neydi? 


Bir grubu toplayalım, sözleri çok basit olan bir şarkı dinletelim. Herkes aynı şarkıyı mı dinlemiş olur? Herkes aynı şeyleri mi anlar? Aynı şeyleri anlasa bile aynı şeyleri anlamaz. Anlam özel bir şeydir benim gözümde. Anladığım şey, yaşadığım şey sadece bana özel olsun isterim. Kimseden beni anlamasını beklemem. Yanımda olması yeterlidir benim için. Tek başına ne kadar tutunabilirsin? Yanında birileri varken ne kadar tutunabilirsin? İkisinin pek bir farkı yok gibi aslında değil mi? Bunu aşmamız gerekiyor: “Yalancı ve anlamsız anlayışlarımızı." Belki o zaman dünya daha farklı bir yer olur? Zabıtalar mendil satan çocukları kovalamaz belki? 

İnsanlar, birbirinden bir alacağı varmış gibi davranıyor. En fazla ne alabilirler ki? Benden çok şey aldılar. Bak, elimdeki kitaptan, karşımdaki ağaçtan, düşen yapraklarından başka neyim var? Öldürsem kendimi? Cesaretim yok. Hem ne gerek var ölmeye savaşmak varken? Savaşın benimle dışlanmış yapraklar. Ağırlığın hafiflikle karıştığı, gün batımının kızıllığını saklayan şu hasretli, acımasız bulutların altında çıkın karşıma ve karşı koyun bana aynadan yapraklar! Korkak olmamaya cesaretim yok. Korkmuyorum. Bu arada anlam neydi?