Son zamanlarda dizilerden ve sosyal medya platformlarından toplumsalın derinliklerine yayılan bir müzik türü var. Arabesk rap adıyla anılan bu müzik türünün sözleri neoliberal toplumun ortaya çıkardığı olay ve olgularla örülü. Kimilerine göre dikkate alınması abesle iştigal bayağı bir müzik türü… Ancak bazı parçaların sözlerinin toplumsal zeminini fark ettiğiniz zaman bu parçaların sınıfsal bir haykırış niteliği taşıdığını hemen anlıyorsunuz.


Kente göç, kentin yuttuğu çocukluklar ve sayısız hayalin kristalleşmesini ifade eden cümleler ile sıkı sıkıya dokunan bu şarkılara Marx’ı anarak bakmak amacındayım. Statik bir hal alan yoksulluğun askıda bıraktığı hayalleri görme noktasında, Marx’ın eserleri önemli ipuçları sunmaktadır. Marx, kapitalizmin kültürel formasyon çerçevesinde birey üzerinde yarattığı etkiye dair tespitlerde bulunmuştur. Bir teorisyen olarak Marx’ın toplumsal ve tarihsel rolü, Benjamin’in “üretici yazar” olgusuna denk düşmektedir. Brecht’i Anlamak (2014) isimli çalışmasında Benjamin, Brecht’in epik tiyatrosu üzerine eğilmiştir. Buradan yola çıkarak üretici bir yazarın nasıl olması gerektiğinin üzerinde durmuştur. Benjamin’e göre epik tiyatro, tiyatronun eğlence olma niteliğini kabul etmez ve onun kapitalist sistemdeki anlamını bozarak toplumsal geçerliliğini sarsar. Dolayısıyla epik tiyatro, kapitalist değerlerle çelişen, hatta kapitalist değerleri altüst eden bir anlatım şeklini ve biçimini sahiplenir. Yine ona göre epik tiyatro, bilgiyi iletmekle kalmamalı aynı zamanda üretmelidir. Bunu yaparken de izleyicinin kahramanla özdeşimini kırarak, onu gerçeklerle şaşırtarak sarsmalıdır (2014: 23, 25, 31). Üretici olarak yazar da bu özdeşimi kıran, soran ve sorgulatan bir kalem ehli olmalıdır.


Marx’ın ortaya koyduğu teoriler ve tespitler bugünün neoliberal toplumsalının oluşturduğu tutsaklığı anlama noktasında hala etkili ve güçlüdür. Dolayısıyla Marx “üretici bir yazar” olarak miras bıraktığı eserleriyle zamanın insanda ve mekanda yarattığı etkiyi göstermeye devam etmektedir.


Meta nosyonuyla emeğin bir ürün haline gelmesine, yabancılaşma kavramıyla işçinin emeğine ve devamında da kendisine yabancılaşmasına, altyapı ve üstyapı kavramları çerçevesinde kültürün ticarileşmesine ve politik alanın burjuva sınıfının hegemonyası ile kuşatılmasına dair derinlikli tespitleriyle ekonomi politik alanın fark edilmesine katkı sunmuştur. Kapitalist dünya içinde insanın nesneleşmekte ve kendi kendisine yabancılaşmakta olduğunu ortaya koyan Marx’a göre (1997: 153): “İnsanların dünyasının değersizleşmesi, nesnelerin dünyasının değer kazanması ile orantılı olarak artmaktadır.” Dolayısıyla kapitalist toplumsal yapı, insanın özsel dünyasını anlamsızlaştırarak nesneler dünyasını parlatmaktadır ve bu durum bireyin giderek nesneler dünyasında yaşamasına ve sahip olduğu nesnelere göre değer görmesine neden olmaktadır. Bu başlı başına insanın doğaya ve kendine yabancılaşmasıdır. Marx yabancılaşmanın başlangıcını Sanayi Devrimi sürecinde imler. Ona göre sanayileşme sürecinde ortaya çıkan iş bölümü ve uzmanlaşma; bir boyun eğme süreci başlatarak köyünden kopmuş çiftçiyi ve tezgahından ayrılmış zanaatkarı, önce doğadan uzaklaştırmış; sonrasında da kendine karşı bir yabancıya dönüştürmüştür. Kısacası, bireyin emeği de piyasadaki ticari bir ürün gibi metaya dönüşmüştür.

 

Adam Smith, çoğunluğu acı çeken bir toplum mutlu olamaz derken Marx’a göre toplumun çoğunluğu zaten sefalet ve mutsuzluk içindedir (Marks, 1997: 11). Marx’ın ortaya koyduğu bu görüşler; kapitalizmin, yani günümüz sisteminin toplumsala etkisini çok net bir biçimde açıklamaktadır ve hala bu açıklamalar birçok sorunsalın çözümlenmesinde yegane anahtar durumundadır. Bu anahtar görüşler, doğaya ve kendine yabancılaşmış günümüzün yalnız bireylerinin de ilk nüvelerini ortaya koymuştur. Birey, köyünden iş umuduyla kente göç etmiş, kentte emeğini satarak nesneleşmiştir. Emeğinin karşılığı olan ücreti yine emeğinin ücretini ödeyen sistemin ürettiği metalara iade ederek ontolojik bağlamda silikleşmiştir. Kentte kendilerine zar zor bir yaşam inşa eden ilk göçerler; varoş, gecekondu ya da banliyö ismi verilen yerleşim yerleri kurmuştur. Bu yerleşim yerleri her ne kadar kent sınırları içinde yer alsa da ekonomi politik çerçevede dışındadır.


İlk göçerlerin çocukları, kentte kendilerine biçilen işlerde çalışmış, zor da olsa kentli sıfatı kazanarak bu yaşama adapte olmuşlardır. Ancak bu uyum neoliberal politikaların küresel çerçevede benimsenmeye ve piyasanın ruhunu ele geçirmeye başlamasıyla kırılmıştır. 1980’lerde dünyayı etkisi altına alan neoliberal kodlar, Türkiye’yi de 24 Ocak 1980 Kararları ekseninde dönüştürmeye başlamıştır. Özellikle 2000’li yıllara gelindiğinde kent odaklı bir tüketim ve rant ekseninin oluşması, metropollerdeki gelir eşitsizliğini arttırmış ve ilk göçerlerin yerleştiği alanların rant ekseninde yeniden inşasına zemin hazırlamıştır. Kentin merkezinde kalan gelir düzeyi düşük kitlelerin kentin çeperlerine gönderilmesiyle toplumsal eşitlik bozulmuştur. Sonuç olarak kent; yoksulların görünmez kılındığı, lüks alışveriş merkezlerinin ve tüketim mekanlarının yükseldiği bir rant merkezi haline gelmiştir.


Bu dönüşüm sürecinde kente göç edenler ve onların çocukları, kentte yaşayan ama kente tutunamayanlar olarak isyanlarını rap müzik ile dile getirmektedirler. Marx’ın çalışmalarında ortaya koyduğu yabancılaşma kavramının yansımalarını kentlerin gettolarından yükselen rapçilerin sözlerinde, seslerinin tonunda ve ritme göre sallanan ellerinde görmek mümkündür.


Paulo Freire; Ezilenlerin Pedagojisi isimli kitabında, ezen ve ezilen olmak üzere toplumsal yapıyı ikiye ayırır. Freire; ezilenlerin konuşmak, haykırmak ve boyun eğmek arasında bir ikilemde kaldıklarını ifade eder. Bu ikilemden kurtulup özgürlüğe gidecek olan yolun ise diyalogdan, dayanışmadan ve haykırmadan geçeceğini vurgular (Freire, 2016: 30-31). Bu noktada yeni nesil rap hareketi, haykırışlarıyla kendi içlerinde yarattıkları dayanışma ruhuyla bizlerle diyalog kurmaya çalışmaktadır. Aslında amaçları diyalogdan azade yaşadıkları sefaleti, fırsat eşitsizliklerini ve gelir adaletsizliğini herkese göstermektir. Ezilen, toplumsal sistemin dışına itilmiş ve yabancılaşmanın girdabına kapılmış bireyin isyanını Gazapizm isimli grubun “Heyecanı Yok” isimli şarkılarının şu sözlerinde görmek mümkündür:

 

Montumun cebinde yok kuruş

Zıplıyor herkes kanguru sanki

*

Full depo Taunus’un

Bi de kafamıza bass vurur ama yine yok

*

Bu hayatın heyecanı meyecanı yok

Bu hayatın heyecanı meyecanı yok

Bu hayatın heyecanı meyecanı yok, yok!

*

Bak büyüdün sokakta masalın yok Hah!

Kollarından öte saranın yok

Dirisin ya da ölü, arafı yok


************************


Marks’ın işaret ettiği kapitalizm ve yabancılaşma, bireyin sefalet içerisinde yaşamasına ve hayata dair hiçbir heyecanının kalmamasına neden olmuştur. Ezilenlerin sefaleti bir yaşam tarzı olarak bu sözlere yansımaktadır.

 

Bu sokağın penceresi yok, tenceresi boş…

Öyle çatık kalmış kaşım

Hiçbir şeyim yok, hiçbir yerim yok

*

Düşmüş yüzüm, gözlerimin altlarına bakıp

Sonra gülümsemek zor

Hüzünlenmek yok, bi’ sıcak çay koy…

*

Ellerimi avuştursam

Bu soğuklar sanki bizi bir şeylere kavuşturacak, koş!

Avuntular yoz

Savruldukça boşlukta, zaman durdu;

Parkım, sokağım, memleketim bir de param yoktu

*

Bir sokak çocuğuna isyan oldu şarap

Birden sabah olsun diye bağırdılar onlar,

Neden duyan yoktu, elbet geçer dayan oğlum

*

Ben bu yolu seçmedim ki bu yolun sonu karanlık,

Eş zamanlı kirlendikçe gizlenecek yer arandık


************************

 

Sokak, pencere ve yer mekanın anlamına işaret eder. Bu mekan; bu sözleri yazan, seslendiren ve dinleyenlerin içinde yaşadığı hem yoksulluk ve hayal kırıklıkları ile hem de adalet ve eşitlik beklentileriyle dolu, yabancılaşmanın gerçekleştiği kenttir. İnsanlar mekanı tecrübe etmenin yanında mekan aracılığıyla düşünür ve hayal kurarlar. Dolayısıyla bir mekan olarak kent; tecrübelerin, düşüncelerin, hayallerin ve hayal kırıklıklarının bir merkezi olarak dikkat çeker. Kent, toplumsal hayatı içermenin ya da desteklemenin ötesinde toplumsal yeniden üretim için gerekli olan değerleri de ortaya koymaktadır (Stavrıdes, 2016: 77-78-79). Neoliberal dönüşümle beraber kent; piyasa değerlerini yeniden üreten, sefaleti doğallaştıran ve gözümüzün önünden uzak sokaklara atarak görünmez kılan bir mekana evrilmiştir. Ancak görülmek istenmeyen sokağın sakinlerinin sesleri yavaş yavaş duyulmaktadır. Bu sesin neoliberal değerlere yenilip yenilmeyeceği, ekonomi politik eksendeki anlamının hakikiliğini de belirleyecektir.


Sonuç olarak Marx ve kavramları, toplumsalın derinliklerinden gelen seslerin açıklanmasında bir rehber rolü üstlenmeye devam etmektedir. Bugün rap ve yoksulluk gibi konular ele alınacaksa yine ona dönmek elzemdir. Lucien Febvre’ye göre de Marx hem bir tarihçi hem de bir peygamber (Febvre, 1995: 90) olarak toplumsalın anlaşılmasında önemli bir düşünürdür.


Kaynaklar:

BENJAMIN, Walter (2014), Brecht’i Anlamak, çev. Güven Işısağ ve Haluk Barışcan,

İstanbul, Metis Yayınları.

FEBVRE, Lucien (1995). Uygarlık, Kapitalizm ve Kapitalistler, çev. Mehmet Ali Kılıçbay,

Ankara: İmge.

GAZAPİZM, “Heyecanı Yok” ve “Memleketsiz” [Şarkı Sözleri] https://onedio.com/haber/gazapizm-heyecani-yok-sarki-sozleri-842229