Kötü insanların arasında bir köşe edinmişti çocuk. Olası bir tehlikede o köşeye kaçıp korurdu kendini. Bir tılsımlı görünmez duvarı vardı onun. Biri ona elini uzatmaya kalktığında o görünmez duvara toslardı. O duvarın neyden olduğunu, ne olduğunu bir tek kendisi görür; kendisi bilirdi. En çok, en tehlikeli anlardan son anda kurtulduğunda ayna olurdu ona duvar, çocuk ona bakınca onda kendini görürdü. Kovalayanlar, saldıranlar, tetikte bekleyenler; aradaki duvarı göremediğinden ve çocuğun gülümseyen yüz ifadesinden, daha da hırslanırdı.


Sonra aynalı, tılsımlı ve görünmez duvarını yanında taşımayı öğrendi çocuk. Attığı her adımda onu da yanında taşıdı. Hiçbir şeyden korkmuyordu çünkü duvarı vardı, onu koruyordu. Kötü insanlar her fırsatta onu gafil avlamaya çalışıyordu ama o hep erken davranıp zırhını kuşanıyordu. Onu kimse yaralayamıyor, kimse ona dokunamıyordu. Zaman hızla geçiyor, çocuk “Bu hayatta ben de varım!” diyenler arasında hepten kendini gösteriyordu.


Sonra aynalı, tılsımlı ve görünmez duvarın “varlığını düşünmenin” bile yettiğini öğrendi çocuk. Attığı her adımda onu yanında, aklında ve kalbinde taşıdı. Onunla beraber de kötü insanlar, ona zarar vermek için içindekini yok etmek gerektiğini anladı. Hepsi ona hırsla, hasetle, nefretle bakarken hayat gülüyordu ve onu daha da büyütüyordu.


Sonra, onu gülerek büyüten hayat ona, “Varlığını düşünerek büyüdüğün o duvarın yokluğunu düşünme vakti geldi!” dedi. Aslında çocuğa göre hiç de vakti değildi. Tam ortasındaydı alevlerin. Daha yürüyecek çok yolu vardı. Dört bir yanı kötülerle çevriliydi.


Artık ne duvar vardı ne de varlığının düşüncesi… Tüm hücreleriyle hissettiği, onun yokluğuydu. Ondan alınmıştı artık!


Sonra onu güldüren, ona sürekli gülen hayattan öğrendi; herkesin, her şeyin değişebildiğini; verenin daha çok alabileceğini, ilk günleri özlemeyi, ilk korkuları “küçük” korkular diye anmayı…


Biri yaklaştı, bir kenarından tuttu kopardı. Diğeri tam arkasından bıçakladı. Sonra diğeri, çekti kopardı yüzünden gülümsemeleri. Bir diğeri tıkadı çocuğun gidebileceği tüm yolları.


Sonra, kaçtı çocuk. Kimsenin göremeyeceği bir köşeye saklandı. Gözü duvarını aradı ama o artık yoktu. “Yokluğunun düşüncesi” vardı. Kötüler yakınında değildi ama “varlıklarının düşüncesi” vardı. Tam yukarıda hayatın yüzü belirdi, yüzünde çocuğun çalınmış gülümsemeleri vardı.


Bu hikâyedeki çocuğun duvarı belki babasıydı belki anası…

Bu hikâyedeki çocuk sensin. Senin duvarın kimdi? Neydi?

Benimki son umudumdu.