‘‘Nasıl desem? Mesela bir şeyi istemiyorsun. Şeyin ne olduğu önemli değil, aklında o şey hiç yok ve hayat sana onu veriyor. Sen, ulan şimdi hayata ne oldu da bu başıma geldi, diyorsun. İçini, sanki buna adapte olman gerektiği sıkıntısı sarıyor. Yeni şey, seni içine çekiyor bir süre. Hatta öyle bir hal alıyor ki sen sanki bunu hep istemişsin havalarına giriyorsun. Bir zaman sonra bakmışsın o şey yok, inanılmaz alacaklı hissediyorsun. Çünkü sen onu o kadar istedin ki -istediğini bilmezden bile önce- o sana geldi, o halde gidemez… Yok ya İso, demek öyle?’’
Abartmıyorum, İso bana hiç bakmadığı kadar bakıyor-hiç bakmadığı için bir saniye çok uzun bir süre- kıpırdanıyor, beyaz gömleğinin yakasını düzeltiyor, dudaklarını aralıyor, azıcık bıyıklarını bile yiyor, ‘‘Çay söylicem, içcen mi?’’ diyor. ‘‘Olur, çöplü olanı sana veririm.’’
İkisi de çöplü geliyor çayların. Elime çay kaşığını alıp ıslanmasın diye tek küp şekeri zamanı geçmiş gazetelerin üzerine biraz da kendimi ve zamanı ve İso’yu yadırgayarak koyup, çay kaşığını alıp köpüklü çöplü çayımı ne kadar uğraşsam da kurtulamayacağımı anlayana kadar -yani yarısına kadar- çay tabağına tahliye ediyorum.
Daha fazla konuşmayacağım, bu denk geliş canımı acayip sıkıyor. Çay azaldıkça yolun yarısına haybeye geldiğimizi aynı anda anlar gibi yine göz göze geliyoruz İso ile. O yolun yarısını, yarısının yarısı kadar daha geçtiği için bir tık endişeli bakınca da benim istemsizce keyfim yerine geliyor, yalan yok.
İsocum, diyorum, hayatımız dediğimiz şeyin iki kadeh bir şey içmekle silinip gittiği gerçeğinin yanında, biri bana sahip çıksa, lafları nedir ki? Nedir ki bu sevilmeyiş lafları kocaman kocaman? Çok denediğimi bilen birkaç kişi de ölünce silinip gidecek nasıl olsa öylece, hiç olmamışız gibi. Adını hatırlayamadığım bir şehirde, hatırlamayacak kadar uzun süre kalacağım, sonunda yerleşik, mutluluk aramaktan vazgeçmiş, kabullenmenin her ne bokuysa onundan bulaşmış üzerime…
‘‘Sanki bana sahip çıktığınız vardı da…’’ diyeceğim. Hiçbir şeyim olmayacak. Kendimin bir kendi olsa diye biraz uğraşıp kendimi bir de böyle kabul etmeye çalışacağım. Sürünüp gitmenin adını yuvarlanıp gitmek yahut da yaşayıp gitmek alacak.
Sen önce öleceksin çünkü önce hayaller ölür.
Öpüyorum çok.