bir kenti başka bir kente bağlayan damar

dağlarla göğsünden vurulmuş deniz

bakışlarına bir buket gül bıraktım sessizliğinin

ve ellerimize ateş açmışlar havadayken üstelik

 

biz dua ediyoruz sanıyorduk

onlar teslim olduk diye her birimizi unutmuş

unutmuşlar kahvaltı masasının ortasında buram buram rakı kokusuyla kusmayı

aldatan anneleri

hep ezilen babaları 

ve çocukların kaybolmuş bütün hıçkırıklarını

 

bu hikaye ben öldüğümde başlıyor bu yüzden hiç kimse acınası değil

Gülhane parkı dediğimiz hadise mazideki bir meseledir 

ve bu şiirle bu yüzden 

cesedimin başına senin yerine

bir sürü etrafımda zıplaya zıplaya koşturan çocuklar çizdim

sanatı elbette insanlara muhtaç olmadığı için seviyor

bıyıklarını yiyen bütün taksicileri anlıyorum

dürbünümde kan sesleri

söyler misin diye soruyorum kuryenin birini durdurup

et değil kemik değil bir dürbün niye kanar

niye kanar kardeşim 

bilmiyorum

 

ağzının içinde kıpkızıl bir sis

ben bu masalla uçmayı değil

suçlamayı öğreniyorum

dal kırılmış bir kere diyor minibüs şoförü

dikiz aynasından bakışıyoruz

öyle değil mi abi diyor

sana dönüp

öyle diyorum

ve perde kapanır kapanmaz bütün seyirci kurşunlanıyor

 

haziran peşimizde

itler yalıyor sarhoş ağzımızı sızdığımız bankta

sular kesiliyor

olsun diyoruz gözyaşlarımız var

beni bir bebek arabasıyla eziyorlar

tanrı gülüyor

şeytan alkış kıyamet

melekler şaşkın

insanların hepsi birer sahtekar eşya

sular akıyor ayaklarımın altından

yeniden duymak istediğim ninniler var

neyin kötü tavrına hiç soğumadan alışıyorsan

neyin şarkısına uzatıyorsan ellerini

onlarla parçalan

onlarla yağmalan