Bugün gölün kenarında ölü bir kadın bulundu. Camdan izledim. Sarı şeritlerle çevrelemişlerdi gölün etrafını. Oysa çevrede hiç ağaç yoktu ya da büyük kayalar. Sarı şeritler havada duruyordu. Hüzün, havada duruyordu. Ölüm havada duruyordu. Havada duran her şeye insanoğlu öğretmişti; havada durmayı. Gökyüzünde kan akmaz. Kuşlar da kan kokusundan kaçıp sığınmadılar mı gökyüzüne?

Camı kapattım. Uçan ölüm evin içine sızmasın diye yüreğimin kapılarını sürgüledim ki bir daha, bir daha akarsa kanım, gölün kenarında yatan ben olmayayım. Çünkü korkuyorum. Çünkü ben de uçabiliyorum. Çünkü kanı gören uçmayı öğrenir; insanoğlu öğretir.

Güneşe uçmak istiyorum, güneşe dokunmak. Kan görüp uçacak vakti kalmamış savaş çocuklarının yanına uçmak; sarıya, ışığa ve sıcağa… Kandan kaçmak, gölden kaçmak…

Çünkü dün gölün kenarında bir kadın ölü bulundu. Çünkü ölüm tıklatıyor canımı ve beni istiyor.

Evden dışarıya uçuyorum; pencerenin camları kırılıyor. Korkularımla savaşmalıyım yoksa kafamdaki ses susmuyor. Savaşıyorum ölümle! O beni istiyor, ben gölün etrafında uçmayı. Kazanıyorum. Çünkü bu ilk savaşım değil ölümle. Onu çok kez yendim ve ona çok kez yenildim.

Ve ne zaman yenilsem, gölün kenarında ölü bir kadın bulundu.

Gölün üzerinde uçuyorum. Sarı şerit uçmaya devam ediyor. Ucundan kopmuş, rüzgara teslim etmiş kendini; etrafımda dönüyor. Uçmayı öğrenmiş. Dolanmışız birbirimize. Polisler gitmiş. Onlar hep geç gelir ve erken giderler zaten. Kan görmelerine rağmen uçmayı bilmezler. Bilmezler, çünkü uçanlar kandan kaçarlar. Onlar ise bir kan gölü daha görebilmek için geç gelirler her daim.

Göl kıpkırmızı. Kuzgunlar simsiyah. Sarı şeridin arasında kahkahalarla uçarak gösteri yapıyorlar.

Kadın iki gün önce gölün kenarında ölü bulunmuş, hala orada yatıyor. Sesleniyor bana:

“Ben de uçmak istiyorum!”

“Çok geç…” diyorum.

Kadının yardım dileyen gözlerine bakarken kıpkırmızı gölün ortasına düşüyorum. Kandan kaçarken kanda boğuluyorum. Islandığım için uçamıyorum. Kadının gözlerine bakıyorum. Beni yanına çağırıyor. Yüzmeye başlıyorum. Tam üç gün üç gece sonra çenesindeki çukuru görüyorum.

Üç yıl önce gölün kenarında ölü bulunan kadına sarılıyorum.

Çenesindeki çukurdan öpüyorum. Af diliyorum. Ellerim kana bulanıyor. Göğsündeki bıçağı çıkarıyorum. Kemiklerini kırarcasına sarılıyorum. Af diliyorum. Ona uçmayı öğretiyorum. Kandan, pişmanlıktan, vicdandan kaçıyorum. Güneşe, sarıya, ışığa, çocuklara uçmak istiyorum. Gölün içine, en derine yürüyüp bir daha çıkmıyorum.

O günden beri her sene gölün kenarında bir kadın ölü bulunuyor.

Hiçbir polis erken gelmiyor. Camı sıkıca kapatıp izliyorum. Göle uçuyorum.