Cildi kurumuş bir İstanbul sabahında balkona,
Le Trio Joubran'ın
Masâr'ıyla çıkıyorum.
Kurumuş bir cildin kenarında,
ıslak denize, ıslak bir etin tadına bakar gibi
iştahla açıp ağzımı
"Say" diyorum kendi kendime
"Dur ve say!"
çoğala çoğala kaç kişiyiz bunaltıdan,
kalabalıklardan artakalan yılgınlıktan?
Soğuk, her şeyi vurduğumuz
mesnetsiz ölçülerle
bir sıcaklık bekliyoruz,
balyozun duvara her vuruşunda artan sıcaklığı gibi,
balyozlarla yıktığımız duvarları
kafamızla yeniden örüyoruz
umutsuzluk ve yılgınlık harçlarıyla
ilmek ilmek.
Yılgınlığın içine cesareti karıştırmayı,
umutsuzluğa bir umut tanesini katmayı ihmal etmiyoruz
“Bitecek mi bir gün savaşımız” diye mırıldanıyoruz
bir kedinin yanı başında
bir kedi yılgınlığında.
Bütün imgelerin yolunu değiştiren,
yeryüzündeki eşyaların adını hatırlatmayan
bunaltı,
kuru bir yadırgama değil seni böylesine ağır yapan,
köselemizi kara sularla dolduran.
Kanımıza dokunuyor yaşamak,
kar kristallerinin kemiklerini kırmak
yağmur damlalarının iskeletini çıkarmak
güneşin gözyaşlarını bulmak düşüne kapılıyoruz,
bulamadık, çıkaramadık, kıramadık diye öfkeleniyoruz
öfkelendikçe azalıyoruz
azaldıkça suçlanıyoruz
içimizdeki yargıç tarafından
suçlandıkça bunalıyoruz…
Celali
2022-03-05T18:34:52+03:00Teşekkür ederim.