İpte bıraktığım mandallar kadar canını sıkıyorum annemin. Annem; babam ile aramdaki insanlık tarihinde yıkılan ilk köprü, ara bulmaya çalışmaktan yoruldu ve babamı öldürdü.


Mahallemizin kızı evlenmiş öğleni etmeden annem koluna beni takıyor, hayırlı olsuna gidiyoruz. Sofralar kuruluyor, çaylar geliyor, darısı senin de başına Nergis diyorlar. Kızının mürvetini görmek sana da nasip olsun. Yok mu kızım biri? Biri çıkarıp elime vesikalık tutuşturuyor. Kuzeninin oğlu. Dijital dünyada mavi arka fonu demode buluyorum. Yok diyorum. Dikkatimi konsolda duran toplu düğün fotoğrafı çekiyor. Onu fotoğraflarda arkaya kaçan halinden ve ayıp olmasın diye kadraja soktuğu bir tutam saçından tanıyorum. İki yüzlüce bir hissin pençesindeyim. Onu seviyorum. Ancak kendimle bu kadar haşır neşir olmasaydım diyorum, kendi samimiyetime inanırdım. Oysa biliyorum, elimi kolumu bağlayacak kadar konsoldaki fotoğrafın baş rolü o olsun isterdim. O kendisine bir hayat kursaydı bu nefes aldığını fark etmek gibi insanı tökezleten sorumluluğu ben almayacaktım. Şimdi kararımın arkasında nefesimi düzende tutmak için kendime verdiğim telkinler gibi, yürüdüğümü hatırlayıp düşmemek için adımlarımı saymak gibi, düşündüğümü anlayıp bir yerinden tutmaya çabalamak gibi duruyorum... Kararımın arkasında öylesi yorgunum. 


Bir gün bana seni bekleyeceğim, demişti. Elbet ona geleceğimi düşünüyordu. Kavuşamamak için sebeplerimiz vardı ama ömür ya bu, kimsenin dünyaya kazık dikip bizimle yaşayacak hali yoktu. "Bir gün birbirimizi kurtaracağız." O güne dönebilseydim derdim, sevgim sana bunu mu yaptı?


Eve dönüyoruz.


"Sizin yüzünüzden." diyorum anneme. 


Parmağını kaldırıyor.


"N'apacaksın?" diyor. "Çıkıp gidecek misin?"


Biliyor. Gidemem. Gözüm aç. Hırsım var. Seçim yapmaksızın onlarla bir hayat istiyorum. Ailem vazgeçmem gereken bir bağ değil. Var olmak pahasına kordonumu kendim kesemem. 


Kapı çalıyor, susuyoruz. Hiçbir şey olmamış gibi masaya oturuyoruz. Bakışlarıyla hadi diyor annem. Hadi cesaretin varsa bana söylediklerini babana da anlat diyor. Dikiyorum gözlerimi babama, bekliyorum. Babam, anlayış abidesi, iyi adam... Halife Ömer'den beri mahallenin en adil adamı. Saç diplerinde yankı, belinde yakı, kulak arkasında kayır kayır bir kaşıntı... İçtiği su kuyu kokardı, daha derine batmak için taş yutardı. Allah beteriyle sınamasındı da sınadıklarıyla derisi kalınlaşmıştı. Karşımda çorbasını içerken başını kaldırsın, göz göze gelelim istiyorum. Onu öyle çok kızdırayım ki gözlerindeki anlayışı kaybetsin, yuttuğu taşları kussun da öfkesi yüzeye çıksın. Domuz kadar kalın derisine bir şekilde işleyeyim, bismillahla aldığı zemzem hâlâ ağzındayken küfür kıyamet kopsun. İstiyorum. Çok istiyorum. Oysa onun gözünde her daim beni ısıran imtihan bir bakış... Anlıyorum, peygamber Muhammed'in sünnetiydi diye etimi kırk kez çiğnemeden beni asla tükürmeyecek. Susuyorum. Babam başını hiç kaldırmıyor. Göz göze hiç gelmiyoruz. Yüzleşmiyoruz. Beni hiç reddetmiyor. Beni hiç kabullenmiyor. Yarın öleceğinden habersiz sofradan kalkıyor. 


Babam öldü.


Kaç haftalıktım? 


40'ı geçeli çok oldu. 


Gitmek için ne bekliyorum? 


Aklımda sürekli dönen bir dizi soru... Benim hiçbirine cevabım yok fakat eminim bir yerlerde bir cevap olmalı. Evvel zamandan beri gözümün önündekini görmemeye dair yılmaz bir çabadayım. Dalgınım. Bu yüzden bile isteye görmezden geldiğim bir cevap arıyorum. Birgün birimizi kurtaracağız. Saçmalık! Hâlâ burada ne arıyorum? Anlatayım. Beni en uçarımdan tutup sündüre sündüre sindirdiler, içime çekilirken karşılarında dimdik durdum. Öyle kusursuz bir şekilde sindirildim ki sindirilişime nazar değmesin diye ona atletini ters giydirdim. Euzu bi kelimâtillâhi't-tâmmeti min kulli şeytanin ve hammetin ve min külli aynin lammeh. Amin. İşte bu yüzden babamın değil benim bir çift ayakkabım kapının önüne konduğunda kendimi yaşıyor olduğuma ikna edemedim. Kürtaj bir yaşam. Beni babamın tarhana içtiği kaşık ile kazıdılar. Sürte sürte sokmasalardı o kaşığı, sıyıra sıyıra sökmeselerdi duvarlarımdan iki deri bir kemiğimi, kazımasalardı beni ben kalbimi doğuracaktım. Şimdi atmam gereken yerde bir parça kanlı cenin taşıyorum. Kanlı parça bir cenin; kaldığı kadarıyla bana tutunuyor, ben onu gidip de tutamıyorum.