Kafkasya'dan Maraş'a uzanan bir yolculuk sırasında Ankara'da doğar Zarifoğlu. Hakim babasının görev yerinin sıkça değişmesi, ailesinde sorunların yaşanmasına neden olur. Sorunlar neticesinde annesi ve babası ayrılır. Babası Nakşî tarikatına bağlı, kültürlü, bilge bir insandır. Zarifoğlu'nun hayatında babasının önemi, onun olmayışının izleri hep hissedilir. Yalnız bir çocuktur ve üvey ağabeyi Sait vardır bir de annesi Şerife Hanım, yeşil hırkalar gören düşünde. Sait evin büyüğü olduğundan “Baba Sait” lakabını alır.


Niyazi Bey'in çocukları yetişkin çağlarına gelinceye kadar kandil ve cuma geceleri aile bir araya gelip birlikte mevlit ve ilahiler okurlar. Niyazi Bey, böyle gecelere özel önem verir ve o gecelere bir tören havası katar. Bu havayı, Cahit Zarifoğlu da ileride kendi ailesi içinde yaşatır.¹


Cahit Zarifoğlu babasından "Yasin okunan tütsü tüten çarşılardan/Geçerdi babam/Başında yağmur halkaları" diye bahseder İşaret Çocukları’nda. Bir nevi babasız büyüyen Zarifoğlu annesi ile kalır. "Ne korkunç bir iklimdi çocukluğum." der Şan şiirinde.


Suskundur ve sürekli düşüncelidir gençliğinde. Bu hali karşısında arkadaşları Zarifoğlu'na "Aristo Cahit" lakabını takarlar.


Gelecekte edebiyat dünyasında birer isim olacak kişilerle aynı lise sıralarında yer alır. Cahit-Sait Zarifoğlu kardeşler, Rasim-Alaeddin Özdenören kardeşler, Erdem Bayazıt, Ali Kutlay, Hasan Seyithanoğlu...


Edebiyatla haşır neşir olan arkadaşları ve kendisinin edebiyata ilk adımı okul dergisi "Hamle" ile atılır.


O yıllarda uçuş, güreş kulübü gibi başka ilgi alanları ile de uğraşır. Alaaddin Özdenören, Zarifoğlu için "Şiir gibi güreş tutardı..." der.


Lisenin son yılında Rasim Özdenören'in mezun olup İstanbul'a gidişiyle grupları dağılır. Bir dönem Maraş'ta hiç arkadaşı kalmaz ve çetin bir yalnızlık dönemi geçirir. Daha sonraları İstanbul Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı bölümünde yüksek tahsile başlar. Burada daha sonra Rilke üzerine bir tez yazacaktır. Üniversite on yılda biter.


Üniversitede şiire daha çok yönelir. "Açı" adlı bir dergi çıkarırlar. Bu kısa ömürlü dergiden sonra Zarifoğlu farklı müstear adlarla şiirlerini yayınlatır. Abdurrahman Cem, Ahmet Sağlam, Vedat Can kullandığı isimlerdir.


Zarifoğlu hem İkinci Yeni'nin edebi alanında bulunmak hem de kendini o fotoğrafın içinden uzaklaştırmak ister. Cemal Süreya, onun için bir dost gibidir uzaktan, edebi bir yakınlık hisseder. Zarifoğlu, Cemal Süreya'nın resimli roman okuduğunu öğrenir. Kendisi de resimli roman okur zamanında. Zarifoğlu buradan yola çıkarak Cemal Süreya ile ahbaplık yapabileceğini düşünür. Cemal Süreya'yı arayıp "Aynı evde kalalım mı?" der. Cemal Süreya şaşırır. Bir öğrencinin kendisine böyle münasebetsiz şekilde beraber kalmayı teklif ettiğini görünce tersleyip kapatır telefonu yüzüne. Cemal Süreya daha sonra bu olaydan şöyle bahseder. "O ara otuz yaşımı doldurmuşum. İyi sayılan bir aylığım var. Ne yani, bu çocuk öğrenci hayat koşuluna mı indirmek istiyor beni."


Bir gün Alman Kültür Merkezi "Genç Şairler Toplantısı" başlıklı bir program düzenler. Zarifoğlu, Rasim Özdenören ve İsmet Özel de bu programdadır. Zarifoğlu bu programı Yaşamak'ta anlatır. Zarifoğlu bir konuşma yapar. Kürsüden iner bir cam kenarında uzaktan izler programı. İsmet Özel, Zarifoğlu'nu kutlar. "Toplantının yıldızıydınız, bizim safımızda olmanızı isterdim." der. Daha sonra İsmet Özel onun safına geçer.


Cahit Zarifoğlu'nun ölümünden sonra İsmet Özel bir yazı kaleme alır:

"Siyasi olayların akış hızının Türkiye’de 'insan' meselesini ne ölçüde yalama hale düşürdüğü Cahit Zarifoğlu hatırlanınca daha kolay anlaşılıyor. Çünkü Cahit hem şiirini, hem yazdığı çocuk hikâyelerini ve hem de ilişkilerini hâlâ zararını gördüğümüz duygu ve değer erozyonuna muhalif olarak büyütmüş ve geliştirmişti. Anılırken onun her insanda tohumu bulunan özveriye, toksözlülüğe, varoluş sevincine nasıl merhametle kol kanat gerdiğinin unutulmayacağını biliyorum. Onu gülerken de, ağlarken de gördüm. Ne çok şair, ne çok insandı!"


Bir dağ nasıl söylüyorsa öyle söylüyordu. Dağdan sesleniyordu. Ne çok acı var diyordu Yaşamak'ta. Pek rahat olmadığımız bu yorumlanan dünyada da öyle.²

İkinci Yeni'ye ne yakın ne de uzak. Zaten Zarifoğlu kendine bir tanım koydurmak istemiyor. Kendi imgesi, poetikası Mavera dergisinde yer verilen okur mektuplarında açığa çıkan, bazen kendisinin söylediği şiire, şiirine yönelik açıklamaları, tavsiyeleri dikkat çekicidir.


"Sanırım şiirin evi kalptir ve kalple yazılmalıdır. Zekanın rolünü inkar ediyor değilim. Bilakis mutlaka gereğine inanıyorum. Buradaki inceliğe dikkat etmenizi isterim. Bu şuna benzer ki, İslam'la mükellef olmak için akıl şarttır, ama iman akılla değildir."


"Şair ilham anlarında heyecana kapılmamalıdır. Teslimiyet içinde olmalıdır. Şiir konuşmaya başlayınca onu sadakatle not almalıdır. Elde edilmesi zor şiir kalıplarını sabırla, nasıl davranacağı belli olmayan uçucu şiir kafilelerinin yollarında tutmalıdır. İhtirasla saldırmak ilhamı çirkinleştirir."


Zarifoğlu'nun okur mektuplarına karşı aldığı tavır tamamen doğaldır. Bu yüzden kalemini beğenmediği kimseye sen şiiri boş ver de oradan bize abone topla, der Mavera için. Çünkü sanat eleştirisinde merhametin işe yaradığını düşünmediğini söyler.


Zarifoğlu, "Hiç ustam olmadı. Hiçbir ekole bağlanmadım. En çok kendimin etkisinde kaldım. En çok okuduğum şair Cahit Zarifoğlu'dur." der. Bu kendini konumlandırma şekli onun poetikası hakkında bilgiler de verir. Bir yanda Üstat olarak bilinen Necip Fazıl ekolü, diğer yanda Sezai Karakoç ekolü vardır. Cahit kendini şiirinin bohem dönemindeyken İkinci Yeni çizgisine daha yakın görse de hep kendi çizdiği yolda ilerler. Anlaşılmaz şiir denilen eleştiriler onu poetik duruşundan alıkoymaz. O, bir sıfır çizgisidir. Ondan önce poetik anlamda onun gibisi olmadığı için kendinden sonrakileri etkiler. Öncesinde kendinden ibarettir.


Kendi şiiri hakkında Nazif Gürdoğan'la yapılan söyleşide, "Bu ne anlaşılmaz şiir!" diyenlere şöyle yanıt verir; "Herkes her şiiri anlamak zorunda değildir. Şiirimi bana şikayet ediyorlar. Anlamıyorlarsa niye rahatsız oluyorlar, bilmem. Ben de botanikten hiç anlamam. Zor anlaşılırlık şiirlerimin kendisinde olmalı. Ben bir amaçla yola çıkıyor değilim. Acaba, zor anlaşılır şiirler mi var, yoksa zor anlayan şiir okurları mı?"


Yaşamak'ta da "Yazdığım şiirlerle ilgili sorularla karşılaştım mı çok rahatsızım. Gitgide her türlü şiir sorusuna kızıyorum. Neredeyse “dokunmayın” şiire diyeceğim. Çünkü şiir yaptığımız bir şey değildir (ah bütün eşya öyle değil mi?) Şiir kendisi var. Bir rastlantıyla değil, tersine özel iradeyle çıkıyor yeryüzüne." der.


Konuşmalar'da kendi poetikası ve şiirin konumu hakkında şunları yazar; "Günlük yaşantımın içinde bol bol şiir demetleri vardır. Oluşurlar... Galiba yaşayarak şiire doyuyorum. Şiirin boyutları çok genişliyor. Sizin beklediğiniz anlamda bir şiir tarifi ya da görevi kalmıyor gibi böyle deyince. İnanılan, yahut inandığımız bir düşünce yönünden; ondan beklenenden söz etmemi isterdiniz. Bir şair olarak, maaşlandırılmış gibi, bu yazılmalıdır, şunları yapmalıyız diyemiyorum. Bunları söyleyince, kendime ayırdığım biricik özgürlüğü, zevki yadsımış olurum. Şairin görevi şudur diye hiçbir kayıtlama yok."

 

Akif İnan, onun şairliği hakkında şöyle söyler; "Kanaatimce Cahit'in şiiri belli bir kalıp içerisinde hemen formüle edilebilerek anlatılabilecek bir hüviyet taşımıyor. Cahit, eski tabirle şair-i maderzat, anadan doğma şair idi."


Hem şiirleri de Rilke'nin şiirlerine benzetilir. Fakat Zarifoğlu o şiirleri yazarken Rilke'den habersizdir. Hatta Batı edebiyatı hakkında çok az okuma yaptığı söylenir. Sonraları üniversite döneminde Rilke üzerine tez yazması da kaderin bir oyunu gibidir.


Zarifoğlu'nun şiiri hakkında bir şeyler söylemek isteyen kişi onun personası yüzünden buna çabalayamayabilir. Çünkü "Cahit Zarifoğlu kültü, yaşantısı, kişiliği ve tekabül ettiği anlam, poetik olarak Zarifoğlu şiirine gidişin önünde bir engeldir." der Furkan Çalışkan; "Personasının büyüklüğü, onun poetikasına giden yolu saptırır."

 

Çünkü karşımızda bir büyük "artist" vardır. Zamanın muhafazakar denilen muhitinde kimler Zarifoğlu'nun cesaret ettiği şeyleri, uçarılıklarını, özgürce yaşadıklarını göze alabilmiştir ya da böyle bir işe girişmiştir. Zarifoğlu'nun şiirinin önünde duran, belki de kişiliğinin önünde duran şey ona yüklemeye çalıştığımız anlamlardır. Son yirmi yılın popüler dergicilik anlayışı belki Zarifoğlu'nu genç kuşakla tanıştırdı. Ama onu bir sembole indirgeyerek de hem poetik hem de diğer algılanacak olan taraflarını kısıtladı. Popülariteye kurban gitti ya da belli bir edebi dedikodu, yüzeysel bilgi halinde doğruymuşçasına aktarıldı.


Yine Cahit Zarifoğlu'na giden yolda bir yanlış tanım vardır. Yedi Güzel Adam, kimi niteler, kimlerden oluşur tarzında belki yüzlerce binlerce soru sorulur, tartışılır, fikirler yürütülür.


Yedi Güzel Adam denilince hiç şüphesiz en başta hem bu kavramın yaratıcısı Cahit Zarifoğlu hem de şiirden yola çıkarak bir imge, bir niteleyiş, bir nida içeren Yedi Güzel Adam şiiri akla gelir.

 

"Bu insanlar dev midir

Yatak görmemiş gövde midir

 

Bir yara açar boyunlarında

Kol kola durup bağırdıklarında

 

-Yar kurbanın olam

Dağlar önüme durmuş

Ki dağlanam"

 

Yedi Güzel Adam, Cahit'in lise arkadaşları, aynı şehri paylaşıp yol arkadaşı olduğu yazarlar, şairler miydi? Buna bu şiir üzerinden evet demek için başvurulabilecek bir gönderme yok. Şiirin bazı yerlerinde isimlere rastlanır. "Adil erdem aynı silahla mücehhezdi" der. Bu doğrudan bir tanımlayış değil içeride konuyla ilişkili bir gönderme gibidir. Yine de Zarifoğlu ve çevresini tanıyıp sevenler için bu terim böyle ifade edilegelmiştir. Öte yandan bu terim şairin ölümünden uzun yıllar sonra bir televizyon dizisi halinde seyirciye sunulduğunda çokça eleştiri almıştır. Eleştirilerin çoğu dönemi yansıtmada kusurlu olduğuyla ilgilidir. Bir diğeri ise şairlerin sıradanlaştırılması ya da popülerleştirme tuzağına düşürüldüğü eleştirisidir. Salih Sarıkaya, şairlerin popüler kültürün bir enstrümanı olarak modern liseli dizilerindeki karakterler şeklinde sunulmasını eleştirmiştir.

 

Mustafa Ruhi Şirin de bu diziye tepki göstermiştir. Bir zamanlar Mavera muhitinde olan Zarifoğlu'nu yakından tanıyan biridir, " 'Yedi Güzel Adam' konusunda TRT hiç iyi sınav vermedi. Aslında hiçbir somut karşılığı olmayan ve bir şiir imgesi üzerinden televizyon dizisi kotarılarak araçsallaştırılan bu şair ve yazarlar arasında yaşayan şair ve yazarların da bu durumdan memnun kaldıkları anlaşılıyor. Bu da yetmezmiş gibi 'Sekizinci Güzel Adam'dan haberdar olduk. Sırada kimin olduğunu bilen var mı?"

 

Dizide kimi şiirlerin de dizinin yapımcıları tarafından yazılmasına rağmen seyirci ve etkilenen kesim bu şiirleri Erdem Bayazıt'a veya diğer şairlere ait zannederek yanlış bir algıyı tedavüle sokuluyor. Bu durum sosyal medya üzerinden yanlış algıya da sebep oluyor. Herhangi bir şairin olmayan bir dizesi yazılıyor, bu uydurma şiir bir yahut başkasına ait olan şiirin altına ondan bağımsız başka bir şair yazılıyor. Bu sirkülasyon uzayıp gidiyor. Böylece edebiyat ve şiir yeni kuşaklara klişeleşmiş "alıntılar, aforizmalar" hakkında karmaşık ilişkilere mahal veriyor. Dizi yayın hayatına son verdi ama dizinin Zarifoğlu karşısında aldığı popüler tavra karşı durmak ve Zarifoğlu gerçeğine biraz daha yaklaşmak gerek.

 

Bu amaç doğrultusunda ''Yedi Güzel Adam şudur'' demeden önce düşünülmeli. Yedi adam bir anlamda Kur'an'da geçen Ashab-ı Kehf'e (Yedi Uyurlar) bir telmihle, yaşadıkları düzeni reddeden yedi insanın başkaldırısını günümüze taşır.³

 

Yedi güzel Adam'da yedi özel ismin geçtiği isimler Hz. Muhammed, Sultan Abdülhamit, Zarifoğlu'nun dedesi Mustafa, babası Niyazi, kendi çocukları ve bütün kadınlara, erkeklere göndermede bulunduğu Ahmet'le Zeynep ve şairin kendisidir.

 

Yedi Güzel Adam bir metafordur. Güzel adamlara ve güzel insanlara yönelik bir bildiri gibi, onları tanımlar, yorumlar ve onları konuşturur. Müslüman bir insanın yaşamına, duyuşuna ve sezişlerini aktarır.

 

Bu metaforu Hüseyin Su, bir anısında şöyle anlatır; "Bir defasında da Mavera'nın Selanik Caddesi'ndeki bürosunda Cahit Zarifoğlu'yla oturuyorduk. İki kişi daha vardı. Bize, sürekli Batı edebiyatından romanlar okumamamızı, tasavvuf kitapları okumamızı tavsiye ediyordu. Yedi Güzel Adam şiirindeki yedi güzel insanın kimler olduğuyla ilgili söylentilerin ve yakıştırmaların çok konuşulduğu günlerdi. Kendisine Yedi Güzel Adam'ın kimler olduğunu sordum. Her zaman hepimizin o çok sevdiğimiz 'insanca ve artistçe' tavrıyla ve parmağıyla bizleri göstererek; birisi sen, birisi o arkadaş, birisi şu arkadaş, birisi de benim, dedi. Yerinden kalkıp geldi, kolumdan tuttu, pencerenin önüne götürdü ve aşağıdaki yoldan geçen üç kişiyi daha göstererek, 'Bak, bir de şu gördüğün ve bizden habersiz geçip giden üç kişi.' dedi. Sonra yerine oturup ekledi 'Ne kadar çok güzel insan tanıyor ve biliyorsan onların hepsi!' Az çok bunları biz de kestirebiliyorduk elbette. Yine de herkes en çok sevdiği ağabeyi ve insanı, Yedi Güzel Adam'dan biri kabul ediyordu. Biraz da merak dürtüsüyle soruyorduk tabii ki."⁴

 

Zarifoğlu'nun zirvesine giden dağın yolundaki engeller, onun kendi poetik duruşunu konumlandıracağı en son yere; basit gündelik dile indirgemeye çalışır. Onu sembolleştirmeye popüler kültüre alet etmeye sebep olan şeyler, ona ulaştırmaz sahte bir hüviyet bir silüet çizer.

 

1. Damlada Umman Arayan Bir Hafız, Cahit Zarifoğlu, Sıddık Akbayır, s.13

2. Rainer Maria Rilke, Duino Ağıtları, Birinci Ağıt.

3. Damlada Umman Arayan Bir Hafız, Cahit Zarifoğlu, Sıddık Akbayır, s. 161

4. Müstear Adresler, Hüseyin Su, s. 81