''His'' kavramından bir hayli uzağım, bu vücut hali ile hakikati seçemiyorum. Yalnızca yaşamı değil, yorgunluğu da sürdürüyorum. Çoktandır körlüğe ve cahilliğe sürüklenmenin telaşesini barındırıyorum içimde. Zamanın yıkıcılığı ruhumu dürtüyor. Bugün anladığım şeyi yarın anlamlandıramamak ve yine bugün hissettiğim şeyin yarın yok olması... Var olduğum anın içine mıhlansam, silkelenirim tüm bunlardan halbuki. Ama durup soluklanmak hak getire, kımıldamadığım her an, eksiltir gibi bir şeyleri. Oysaki soluklanmak da aşılan yolun parçası değil mi? Ne vakit içimdeki boşluk dolu dizgin yükselip arsız bir ota çevirse beni, düşünmek; içimdeki çalkantılı dünyaya çekinmeden baş koyan beni köreltiyor. Ben, benim üstüme yığılıyorum, enkazımın altında iken bir yardım eli de beklemiyorum üstelik. Hiçten daha yok olan ne olabilir; çirkin, dar bir vakitte bunu düşünüyorum. Tam da bu noktada ''Balmorhea-Remembrance'' çalınıyor kulağıma. Bu parça; tutunmayı en çok istediği dala tutunmaya ramak kalmış iken, üstelik dal da ona elini uzatmış iken aniden yeryüzünün katman katman altına göçen bir kimsenin serzenişini anımsatır oluyor bana. Duygusallığın her rengini nefsinde deneyimlemiş olan sevgili kendim, puslu gözlerinde kendine ait bir parça buluyor. Hak ve haksızlık, iyi ve kötü silinip gittiğinde, kemâlin sabırda olduğunun farkına varıyorum. Sevginin acelesiz olanını sarıyor, zamanın sert poyrazlarından ve sesimin ayarsızlığından rahatsızlık duymayacak hale bürünüyorum.


Tüm bunları yaparken gücenik oluyorum ama güçlü de duruyorum aynı zamanda.