Merhaba dedeciğim, bugün eylülün haykırışlarını teslim ettiği bir gündeyiz. İlginç bir gün... Bugün sen yoksun, bugün senin kokun yok... Bugün senden beklediğimiz umut, küçük bir çocuk gibi parka kaçtı. Kaçtığı yere dikkat kesildim mi dedeciğim? Bir park... Bir mezarlık değil, bir park... Sanki orada yaşamı sulayacak, sanki orada bindiği salıncaktan aheste aheste gökyüzüne umut edecek. Aheste aheste yaşama susacak, ebediyete sunduğu sükûtuyla yaşama su verecek. Halbuki o verdiği suyun, kendi göz damlalarından kendisini eksiltmekte olduğunu bilemeyecek bile. Yaşam bizim sana verdiğimizi sandığımız su gibi dedeciğim... Yaşam bizim de seninle olmayacak topraklara verdiğimiz su gibi... Yaşam birilerine acımızdan hayat sunuyormuşuz gibi aldırmaz bir çocuk dedeciğim... Şimdi sen yoksun ya, ya senin bahçen sen yoksun diye kurursa? Ya bize sunduğun karpuzlar kokusunu kaybederse? Bu yazdıklarım seni kırmasın, incitmesin dedeciğim. Ben sadece senin yaşamın kendisi olduğunu düşlüyorum; o bahçe, o karpuz kokuları bizleriz dedeciğim. Sen o bahçeye nefes veren metanetli bir çınar ağacıymışsın. Yapraklarının sarartısı eylüle vurmuş, acılarını anı yapsın diye... Eylülün haykırışları bir sessizlikten ibaret dedeciğim, sessizliğin sesi acılarımızla ahkam kesiyor. Tüm bunlar seyir ederken katlanmayı bilmiyorum, hafif görünen ağırlıkları göremiyorum. Sahi dedeciğim, bunca büyük dert nasıl da anıları acı yapabiliyor?
18.09.2020'nin yazgısı...