Öncelikle herkese merhaba. Sıhhatiniz yerinde umarım. Malum ülkemiz biraz zor zamanlar yaşıyor bu günlerde. Bir dakika ya ben kendimi bildim bileli benim ülkem hep zor zaman yaşıyor. Ama aşığım bu ülkeye. Sıhhatiniz yerinde değilse, ümit ediyorum ki en kısa sürede gökyüzüne çıkarsınız. Sevgiler ile ...
Bu yazımda Cem Karaca adlı sanatçımızın "Tamirci Çırağı" parçasını yorumlayacağım. Öncelikle her 1 Mayıs'ta her profilde bu parçanın çalınması son derece rahatsızlık verici, bu beni rahatsız ediyor sadece tabii. Parça ile emek arasında hiç bir alaka yok.
Şarkının sosyolojik yapısına bakarak konuya başlayalım. Yavuz Plak yapımcılığı ile parça 1975 yılında halka ulaşıyor. Bu yıllar, şu geçirdiğimiz yıllara çok benzer. Çünkü 70 ile 80 yılları arasında çok büyük bir fikir ayrılığı ve kutuplaşma vardı. Hiçbir şey değişmemiş gibi.
Haydi parçaya bakalım o zaman.
Gönlüme bir ateş düştü yanar ha yanar yanar. Ümit gönlümün ekmeği umar ha umar umar. Bu dizede çok net bir şekilde aşk gerçeğinin ekmek gerçeğinin önüne geçtiğini görebiliyoruz. Kadın kapıdan içeriği girince, bu dizeler yazılmaya başlıyor. İlk görüşte gönle bir ateş düşüyor ve yanmaya başlıyor. Buraya kadar her şey, bütün aşk parçalarının giriş cümlelerinden farksız. Kesin konuşuyor. Elleri ak yumuk yumuk ojeli tırnakları , nerelere gizlesin şu avucun nasırları. Burada çırağımız şiirsel bir şekilde aşık olduğu kadını anlatıyor. İşte burada soru işaretleri hafiften beliriyor. Yumuk yumuk tamlaması biraz şiirsel değil mi? Yoksa çırak her gün şiir mi okuyor? Avucundaki nasırları saklaması kesinlikle duygusal bir şey değil. Tam aksine gerçeğin ta kendisidir. Gerçeğin kendisi ise büyük ölçüde duygusal değildir. Kimi insanda oje vardır, kimilerinde nasır. Hayat kadar gerçek. Artık otomobil tamirhaneye giriyor. Burada kafama takılan bir soru var. Acaba görür görmez vurulması çırağın ayran gönüllü mü yoksa gerçek bir aşk yaşadığını mı gösterir? Onun ayrımını yapacak tam bir söz yok. Yine betimleme sanatına başvurarak kıyafetleri tasvir ediliyor. Yok yok bu çırak kesin edebiyat ile ilgileniyor. Ustasına ayrı bir paragraf açmak istiyorum.
Bir rica geliyor ustaya. "Giymeyeyim tulumları." Usta bu ricayı kırmıyor. Bizim sanayi ustalarımız babacandır. Lakin bu ustada garip bir gözlem yeteneği olduğunu düşünüyorum. Bir şeyi bekliyor sanki, ümit ediyor. Ama neyi ümit ediyor? Senin çırağın müşterine aşık oluyor. İşini tam yapamıyor. Sen hala romantikliğin peşindesin. Usta senin asıl niyetin nedir? Tamirhanede bir kitap olduğu fikrine daha çok ısınmaya başladım. Çırak "Cildi parlak kağıt kaplı pahalı bir kitaptı." diyor. Kitap pahalı ise o kitabı almadığına bahse girerim. O kitabı büyük ihtimalle ustasının çalışma masasının yanında bir çekmecede buluyor. Tozlanmamış olması enteresan acaba gerçekten usta o kitabı her gece okuyor mu? O kitap artık okunmuş, bunda hem fikir olduğumuzu düşünüyorum. Parçayı ikiye ayırmak lazım. Romana inananlar ve inanmayanlar. Romana inanan kişi çırak diğeri ise tamirci. Romana inanmayan ise ojeli kadın. Neredeyse romanın konusu ile çırağın bulunduğu durum aynı. Ve romanda yarım kalmış bir hayal var. Çırağın tek temennisi o romandaki hayali "belki" gerçek yapmak. Enteresan.
Çok belli bir şekilde anlıyoruz ki, ortada yarım kalmış bir hayal var. O hayali çırak gerçekleştirecek. Son dizelere gelince hayalin gerçek olamadığını anlıyoruz. Gözlemci usta tekrardan hayal kırıklığına uğruyor. Çünkü aynı kitabı usta çoktan okumuş. Ve işçi kalmış.
İstemeden çırağının sırtına vurarak işçisin sen işçi kal giy diyor tulumları. Tabii ki de romanlara bir kez daha kızarak romanlara tekrar sırt çeviriyor.
Siz siz olun romanlara inanmaktan asla vazgeçmeyin.