İyiden iyiye yol katetmişti, kendinin kendi olduğunu anladığı vakit. Uzun bir yolculuk yapmanın vermiş olduğu yorgunluktan olacak; nerede olduğunu, nereden geldiğini anlamayacak kadar yorgun hissediyordu kendini. Ama buradaydı işte, olduğu yerdeydi, çoğu zaman kollarında uyuyor, kimi zaman ışıklarla dönüp dolaşan bir karmaşaya bakakalmış buluyordu kendini. En çok da ağzının içini dolduran sıcak bir sıvıya bağımlı yaşadığını anladığı vakit utanıyordu kendinden. Hiçbir işe yaramayan bir varlık olmanın suçluluğuyla etrafa nefret kusarken kimsenin onu anlamıyor oluşu, daha da içinden çıkılmaz bir hâl alıyordu. İçinden çıktığı yere geri dönebilmenin hayaliyle rüyasında gülücükler saçarken her şeye rağmen yaşayabilmenin alıştırmasını yapıyor gibiydi. Önünde alması gereken daha bilmediği kadar uzun bir yol vardı. Belki de bilmemesi onu hayata bağlayan tek mutlak bilgiydi. Bunu düşündükçe rahatlıyor, sonun başlangıcını unutmaya çalışıyordu. Konuşmaya başlamak, içindeki manasız duygulara anlam katmak için güzel bir buluştu onun için. Konuşuyor, konuştukça saçmalıyor, saçmaladıkça rahatlıyor, rahatladıkça da uyuyordu. Uyku, hayatındaki en keyifli vakitti. Kendini unutmak, rüyalarda kaybolmak, gerçekliğin ne olduğunu umursamamak şimdiye kadar yaptığı en güzel vakit kaybıydı. Zamanın kaybetmekten başka ne işe yaradığını hâlâ aklı almıyordu. Neden ona bu kadar önem veriyorlardı, neden korkuyorlardı ondan bu kadar? Belli ki daha öğretmedikleri fazlaca korku öğesi vardı. Birazdan ona da sıra gelirdi. Sırası gelmişken yürümenin faydalarını öğrenmişti. İlk defa gerçekten işine yarar bir yetenek kazanmış, istediği vakit istemediği yerden kaçmanın ilk adımlarını atmaya başlamıştı. Yalnız kalabilmenin ne kadar büyük bir ihtiyaç ve lüks olduğunu anlamasından beridir adımları gitgide hızlanmış, en çok kullandığı uzvu bacakları olmuştu. Uzun bir süre kaçmaya devam etmiş, yorulana kadar koşmuş, nefesinin yetmediği yerde pes etmek zorunda kalmış ve o da ayaklarını sürümeye başlamıştı. Etrafındaki hemen her insanın aynı şekilde yürümeye çalıştığını gördükçe bir yerden başka bir yere gitmenin zorunlu hâle dönüşmüş oluşu, yürümenin ilk heyecanını kaybetmesine neden olmuştu. Her zaman gidilecek bir yer, varılacak bir mekân oluşu; ilk kez konuşmanın vermiş olduğu rahatlama hissini de ortadan kaldırmıştı. Konuşmak artık zoraki bir eylem olmuş, dertlerini ve isteklerini anlatmaktan başka bir işe yaramıyordu. Mümkün olduğunca sessiz kalmaya ve yürümemeye çalışıyor, bu şekilde kendi içinde yaşamaya çalışıyordu yalnızlığını. Yanından hızla koşup geçen insanlar da olmuyor değildi, aynı zamanda oldukça da mutlu görünüyordu bu kişiler. Çok geçmeden anlamıştı böylelerinin duyularının kapalı olduğunu. Onlara zarar veren organlarından kurtulmuş, büyük bir rahatlama yaşamışlardı.


Zamanla çoğu insan kaybedermiş aslında gerçekleri gösteren duyularını, öyle demişti bir gün aynada karşılaştığı kişi. Tek dostu söylerdi hayat hakkında böyle ipuçlarını. O da olmasa kimsenin yardım etmeyeceğini biliyordu ve öyle bir beklentisi de kalmamıştı artık. Bir gün denemişti aslında, duyuları ve duygularını aynadaki dostuna emanet edip koşmaya başlamış ve uzunca süredir hissetmediği kadar umarsız ve mutlu hissetmişti kendini. Bu kadar hızlı koşabildiğini bilmiyordu. Ancak sonra anlamıştı, böylesine bir mutluluğun bedelini. Koşmak için önündeki insanları geçmek gerekiyor, gerektiğinde onlara çarpmak ve hatta yolun dışına atmak gerekiyordu. Zaten duyuları ve duyguları olmadan başka türlü hareket etmenin yolu yoktu. Yavaş ve sürünerek eve dönmüş, tüm zenginliğini yeniden teslim almış, insan olmanın acı dolu keyfini tüm benliğiyle yeniden aklına kazımıştı. Mecbur yola koyulmuş sona doğru yolculuğuna kaldığı yerden devam etmişti. Bu zamana kadar düz bir yolda ilerlediğini sanmıştı, bir gün yolda kendine rastlayana kadar. Diğer kendi onu tanımamış, birine benzetir gibi yanından usulca geçip gitmişti. O zaman anlamıştı sonun da başlangıcın da aynı yerde olduğunu, aynı yolda dönüp durduğunu. Bu hayat çemberi içerisinde sıkışıp kalmış, ne ileriye ne de geriye gidebiliyordu. Bu gerçeği kabullenmek oldukça uzun zaman almış, her unutmaya çalıştığında yeniden karşılaşmıştı kendisini tanımayan kendisiyle. Kaç tur attığının farkında olamayacak kadar yaşlandığında, aslında yürüdüğü yerin neresi olduğunun bile ayırdında değildi. Doğduğu zamanki gibi yürüyememek, konuşamamak istiyor; bu yolun nerede son bulacağı düşüncesiyle adımları gitgide yavaşlıyordu. Ve bir gün durduğunda gökyüzüne kaldırdı başını; yukarıdan gelen ışığın, içinden çıkabileceği tek yer olduğunu anlamasıyla kendini yine yürüyemez, konuşamaz ve yorgun halde buldu.