Doğduğumda başladı bu çile; aklımdan, kalbimden çıktı, ruhumla birlikte çekiyoruz bu çileyi. İşte bu yüzden öldüğümde bitmeyecek bu çile, bu kahır, bu eziyet, bu ıstırap! Sırat köprüsünden beraber geçeceğiz, önce onlar alınacak kabir sorgusuna. Çünkü benden çok onlar yaşadı bu hayatı. Önce onlar yalvaracak tanrıya ama benim soracaklarım var serzenişten önce! Sağ olsunlar, sayelerinde bilmiyorum nasıl yaşanır hayat? Nasıl iletişim kurulur insanlarla? Nasıl sevilir, sevildiğin nasıl anlaşılır, nasıl güvenirsin insan denen mahlukata? Bilmiyorum, öğrenemedim bir türlü, öğrenemeyeceğim! Eğeceğim başımı, bakacağım yürüdüğüm yola. Kimler geçmiş aynı çileden, kimler geçmiş aynı dertten. Kim bırakmış izini, aynı izlere mi basıyorum ben de, bir mi olacak izim onlarla? Kahrın kendisi benim. İzlersen etrafını bilirsin nedenini. Hakkımda hep duyduğum üç şey: garip-tuhaf, iyi, dürüst.
Hiçbir iyiliğini görmedim iyiliğin. Garipmişim, tuhafmışım, işim değilmiş benim, yaşamak. Ötede olmalıymışım, beride kendi krallığımı kurmalıymışım yalnızlar ülkesinde. Dürüstmüşüm, yalanı dolanı bilmez, anlamazmışım. Lağım çukuru kazan, bokun ne olduğunu gayet iyi bilir. Aşk neymiş, incelik neymiş anlamazmışım. Kuru tahtaya yatan kambur olur yiğidim! Benden ata olmazmış. Vah ki ne vah, eyvah neslimin haline! Küçükmüşüm, bilmezmişim hayatı. Neymiş, söyleyeyim de beraber gülelim, zormuş ekmek parası. Ezilelim ne olacak canım? Hiç değilse aynı şarap oluruz, bir oluruz.
Bir daha gülelim, bir daha söyleyelim: Öyle zormuş ekmek parası! Sabah, öğle, akşam, üç öğün küfür, üç öğün fırça, ancak haftalık satın alır beni parasıyla! Yürüyelim yolumuzu ve kılı kırk yaralım. Sade, çamur yolda yürümek zevk vermez. Sol yanıma Anadolu'yu koy, sağ yanıma insanlarını, önümdeki yol güzelleşsin! Aman dikkat et ama manzara daha da fecileşmesin! Çıldır Gölü'ne at canileri, anlasın nasıl nefessiz bıraktığını. Kapadokya'ya sal nefsini tutamayan adiyi, bilsin, nasıl yanıyormuş ciğer. Hırçın Karadeniz'e sal rüşvetçiyi, anlasın asıl krizi, nasıl başa çıkılır. Emin ol, emekçiye acımayan Karadeniz, rüşvetçiye hiç acımaz.
Bugün yaşım on yedi. Birkaç gün sonra 18 olacağım ve bir sene daha doldurmuş olacağım bu çileye. Hayat hikayem kısa, daha yolun çok başındayım, umutsuzluğa kapılmamalıymışım. Öyle diyor bütün arkadaşlarım. Her şeyi gördü bu gözler, her çığlığa alışık bu kulaklar. Sefaletin en dibini küflü ekmekle de sıyırdım, en pahalı dertlerle de. Biz bu hayata katıksız gelmişiz yiğidim. Hem sevmek, sevilmek bizim neyimize? Amma abarttık be yiğidim! Amma abarttık... Anamız, babamız, kardaşlarımız, arkadaşlarımız varmış ama içimizdeki dertten hiçbirinin haberi olmamış. Ama yine aldırmayalım yiğidim, yalnız değilmişiz, öyle diyorlar insanlar. Ama bilmezler yiğidim, bilmezler. Sırtın sekiz senedir yatak görmedi, bir kat yorgan serip yere, öyle uyuyorsun dertlerinin üstünde ve ne kadar düşünce yakarsan yak, ısınmıyor bir türlü odan. Biliyorum yiğidim biliyorum, en yakının bile en uzakta. Adım atsan gıcırdıyor zihninin en derin zeminleri, ses çıkarmadan yürümek mümkün değil bu yerde. Cebini, cüzdanını boş ver yiğidim, gönlün fakir olmasın.
Yaşayamamışım çocukluğu. Merdivenleri bile olmayan bir inşaatta kartonları sıraya koyarken ve aynı zamanda o inşaatta uyku çekerek. Soğukla beraber iliklerime kadar işlemiş nefret ve yandığında yuva dediğim hapishane, ciğerlerime dolmuş yalnızlık. Kapatmıştım kendimi yürüdüğüm yola. Kapatmıştım gözlerimi, tıkamışım kulaklarımı, yürümüşüm sadece. Hatırıma düşen hayal meyal şeyler var sadece geçmemiş geçmişten. Unutulmuş varlığım, suçlanmışım her seferinde. Keçilerle birlikte ittirilmiş uçuruma benliğim. Düşmüşüz de keçilerle birlikte, benliğimi görünce korkup kaçmış sağ kalan keçiler. Unutmuşum adımı, unutmuşum konuşmayı da ağzımdan çıkan tek kelimeymiş korku. Karanlıkta gelirmiş ebedi dostu. Selam verip korkuturmuş korkmuş zihnimi.
Ne bileyim be yiğidim. Diyemem şimdi sana aldırma bak önüne eğ başını. Diyemem ki iyisin. Biliyorsun binlerce devası olan derdini de değişmiyorsun bu çileye. Hayat deyip geçmiyorsun, çile deyip kahrolmuyorsun. Ağlamıyorsun be yiğidim, ağlayınca geçmiyor diye zaman kaybı görüyorsun da taşamıyor kimsenin bakmadığı o güzel gözlerinden. Çıkmasın istiyorsun sana her seferinde kahır olan iki dudak arandan eziyetin. Anlamamışlar, senelerce hep aynı demde demlendiğin, yıllandığın acıyı. Bilememiş seni hep terk eden, yarım bırakan sevdiklerin. Çünkü içmemişler aynı zehri dudaklarından. Hiç içmemişler de azaltmamışlar içine akan pisliği. Gören kaçmış, duyan kaçmış. Sen de peşlerinden giderken kimse tutmamış elinden de takılıp düşmüşsün hep aynı sonuçlara, yara olmuş dizlerin. Beklememişler de hep geride kalmışsın, unutmuşlar seni. Zaten bir hiçi unutmak, var olmayanı unutmak, kolaymış onlar için. Hiç sarmamışlar kollarını da basmamışlar bağırlarına. Sen yazmışsın, yazıp durmuşun derdini de yine duyan olmamış sesini. Şimdi sen duymuyorsun feryat figanı. Bakmıyorsun ardına da unutuyorsun. Ah be yiğidim! Ah be tosunum! Ah be gönlü güzelim! Ne hale getirdiler seni. Sen de benzedin onlara, söyle şimdi ne farkın kaldı? Pes ettin de ne oldu? Yazık, sana da yazık ettiler!
Ahmet Tekin Öztekin
2020-12-15T19:53:42+03:00Yorumlarınız için teşekkür ederim.
Mahir Özay
2020-12-15T18:56:33+03:00"Lağım çukuru kazan, bokun ne olduğunu gayet iyi bilir."
Burası çok hoşuma gitti, Ahmet bey. Umarım o kurulan Yalnızlık medeniyetiniz yıkılır. Yıkılmazsa bile şayet unutmayın, her güneşin batışı ufakta olsa mutluluk yaratır. Saygılar... :)