Ben kadınım. Hani yasak elmayı yemekle suçlanan, bir o kadar yalan olan hikayenin kadını. Ben kadınım, daha geçen yıl katledilen kadınlarımızın hemcinsi. Adım Gülşah. Zor bir ülkenin kadınıyım ben. Şimdi evimde, en sevdiğim yerde oturuyorum. Bir köşede, dimdik bir şekilde duruyorum. Birazdan kalkıp gideceğim buradan. Çünkü bugün bir davam var, belki de dündü. Bilmiyorum… Artık o kadar çok davaya bakıyorum ki inanın farkında değilim. Şimdi kalkıyorum, cübbemi alıyorum elime. Bir o kadar yalan, bir o kadar gerçek olan cübbemi. Ne işe yarar ki? Bu kadar iğdiş edilmiş kadının arasında bu cüppe ne ki? Dimdik bir şekilde çıkıyorum. Tırnaklarım ojeli, saçlarım dalga dalga. Kimse karışamaz bana, ne şimdi ne de sonra… Apartmandan çıkarken bir önceki davada sonuna kadar arkasında durduğum Nurten Abla’yı görüyorum. Selam veriyor bana, hemen selamını alıyorum. Bir akraba gibi sarılıyoruz. Bir o kadar yakın, bir o kadar uzak. Nereye gittiğimi soruyor. Titriyorum, titremekte haksız sayılmam. ‘’Bir kadının daha yanında olmaya gidiyorum.’’ diyorum. Susuyor, yutkunuyor. İçine bir alev düşüyor, belki yaşadıkları aklına geliyor. Eliyle omzumu sıvazlıyor. ‘’Sen yaparsın.’’ diyor bana. Ona en içten teşekkürlerimi verdikten sonra tahta apartmanımızdan çıkıyorum. Arabama atlayıp, mahkemenin yolunu tutuyorum. Çok değil, azıcık ötede mahkeme. Bilerek bu kadar yakındayım. Her gün bir dava bakıyorum çünkü, her gün katledilen bir kadının veya katledilmeye terk edilmiş bir kadının yanında oluyorum. Bir o kadar yakın, bir o kadar uzak aslında bu mahkeme salonu bana. Şimdi iniyorum araçtan, etrafıma bakıyorum. Basın mensupları toplanmış yine. Bir şey söylememe izin verin… Bu basın mensupları, bir hakimden daha çok iş yapıyor aslında. Suçlunun cezasını çekmesinde daha etkin rol sağlıyor bu ülkede.
Şimdi indim araçtan. Basın mensupları yanıma toplanıyor. Bana dava ile ilgili sorular soruyorlar. ‘’Bugün buradayım,’’ diyorum. Sesim titriyor ama belli etmemeye özen gösteriyorum. ‘’Bugün buradayım, bedenlerimizi kendimize geri almak için.’’ Anlamıyorlar beni. Tıpkı anlamayan seksen milyon gibi. Duruşmanın olacağı salona erkenden geçiyorum. Tek tek içeriye alınıyoruz. İşte dimdik arkasında duracağım kadın geliyor. Bir altmış boylarında, makyajlı bir kadın. Hayır, hayır! Bu makyaj öyle bir makyaj değil. Ataerkil toplumun kendi elleriyle yaptığı bir makyaj. Lanet olsun böyle makyaja! Şimdi geçiyorum yerime. Önce davalı geliyor. Karaktersiz herifin teki. Daha neyin savunmasını yapacak, merak ediyorum. Geçip oturuyor yerine. Yanında bir de meslektaşım diyebileceğim bir avukat oturuyor. Ne avukat ama?
Mahkeme salonunda bir sessizlik. Sadece bir kadının ağlaması duyuluyor. Omzunu sıvazlıyorum. ‘’Ağlama, bugün bedenimizi geri alacağız, kendimiz için.’’ diyorum. Gülümsüyor, bu bana en içten gülümseyişi. İnanıyor bana, ben de ona. Belki de inandığımız tek şey yine kendi kişiliklerimiz. Ve dava başlıyor. Cübbesine kan bulaşmış hakim içeri giriyor. Hemen tanıyorum bu simayı. Katledilen binlerce kadının davasına bakan; eli kanlı, bir o kadar da ruhu vahşet dolu olan hakim bu. Kararı kesin bir ifadeyle geçiyor yerine, duruşmayı başlatıyor. Önce davalının avukatı savunmasını yapıyor. O kadar küstah, o kadar çirkin bir savunma ki! Utanıyorum kendimden, bir o kadar yakın, bir o kadar uzak. Sıra bana geliyor. Kalkıyorum ayağa, o sırada sımsıkı elimi tutuyor. ‘’Merak etme,’’ diye fısıldıyorum. Dimdik bir şekilde ayaktayım şimdi. Gözlerimi kapatıyorum. Binlerce kadının nefesini ensemde hissediyorum. Binlerce erkeğin nefesini ensemde hissediyorum. Hepsi bu aşağılık dünyanın güzel insanları. Bana inanç ve şevk veriyorlar.
Söze başlıyorum. Önce kadın haklarının öneminden başlıyorum. Daha sonra bu aşağılık makyaja maruz bırakılan kadını gösteriyorum. ‘’Bu yıl katledilmeye terk edilen bir kadın daha hakim bey… Bu nereye kadar sürecek?’’ Daha sonra okuduğum bir kitaptan alıntı yapıyorum. ‘’Toplumsal cinsiyet, akıl sağlığı ile akıl hastalığının kritik belirleyicilerindendir… (ve) erkeklerle kadınların akıl sağlıkları ile hayatlarının sosyo-ekonomik belirleyicileri üzerinde farklılık gösteren güçleri veya kontrolleri toplumsal konumları, toplumdaki statüleri ile gördükleri muamele, belirli akıl sağlığı risklerine karşı hassasiyetleri bunlara maruz kalmaları üzerinde etkilidir.’’
Bön bön suratıma bakıyor, hiçbir şey anlamadığı kesin. Tekrar konuşmaya devam ediyorum. Bir kadın olarak değil, bir insan olarak, her şeyden öte yasak elmayı yemekle suçlanan biri olarak.
‘’Her gün katledilen kadınlarımızın sayısı ertesi güne katbekat artmaya devam ederken yine bu ortak salonda buluşuyoruz. Yine üzerinize giymiş olduğunuz kanlı cübbeniz ile oturup bizi dinliyorsunuz. Oysa kararınızı çoktan verdiniz, haksız mıyım?’’ Ses yok, gıkı çıkmıyor. Devam ediyorum. ‘’Davalının üzerindeki ütülenmiş bir takım elbise onu haklı yapmaya yetiyor adalet sisteminde. Peki ya sizin üzerinizdeki kanlı cübbe? O kanlı cübbe sizi suçlu yapar mı. Bugün -sözün burasında davalıyı gösteriyorum- bir takım elbise yüzünden serbest kalacak ve ertesi gün -sözün burasında davacıyı gösteriyorum- bu iğdiş edilmiş kadını katledecek. Ama bu sefer ortada bir fark var ise bu da dayanışmadır. Cinsiyetli olmak bir suçsa burada cezamı vermenizi rica ediyorum. Ama eğer cinsiyetli olmak bir suç değil ve ataerkil topluma boyun eğmediğimiz için bizi tebrik edecekseniz durmayın, kalkın yapın. Ama bu aptalca sözleri söyleyen -karşı avukatı kastediyorum- ve sizinle aynı kanlı cübbeyi giyen avukat, benim için bir hiçsiniz. Sözlerinizin benim için hiçbir önemi yoktur. Bir kadın, kadın olduğu için boyun eğmek zorunda değildir ve olmamalıdır. Cinsiyetli olmak bir problem olmaktan artık çıkmadı mı? Bu tarihsel ayrımcılık ülkemizde daha bitmedi mi? Gündelik hayattaki bu ırkçı ayrım daha bitmedi mi?’’ Sözlerimi bir mermi gibi hızla savuruyorum. Her birinin ardından yere bir kovan düşüyor ve ‘’tak’’ diye ses çıkartıyor. Hayır elleri kanlı, bir o kadar ruhu iğdiş edilmiş insan! Karşı çıkıyorum çünkü bugün sadece cinsiyeti kadın olduğu için suçlu olan bir kadının yanında durduğum için hain ilan edilen ben!
Hakim sinsi sinsi gülümsüyor. Demedim mi size? Kararını verdi çoktan. Eliyle tokmağı vuruyor, bir o kadar kanlı, bir o kadar küstah. ‘’Karar verilmiştir.’’ diye kükrüyor. Karar zaten verilmiş olsaydı bu kadar ilerlemezdi bu iş! Kalkıyor ayağa başlıyor konuşmasına.
‘’Karar verilmiştir. Davalının şartlı tahliyesine ve uzaklaştırma cezasına karar verilmiştir.’’
Salonda bir uğultu kopuyor. Yanımdaki masum beden ağlamaya başlıyor. Dayanamıyorum, o güçlü ben gidiyor, bu sefer ağlıyorum. O sırada mahkeme salonunun kapısı açılıyor. Daha geçen yıl katledilen Hatice, Merve, Selma, Melike, Hande, Duygu ve daha binlercesi içeri giriyor. Hepsi eliyle sus işareti yapıyor. En arkadan bir ses yükseliyor. ‘’Bizler kadınlarız! Savaşıyoruz ataerkil topluma karşı!’’ Ve bir uğultu daha. Bir anda davalı yere gömülüyor. Aynı şekilde kanlı cübbeliler de. Ve bir ses daha yükseliyor. ‘’Karar verilmiştir. Davacının özgür bir yaşam sürmesi için davalının otuz sene hapsine karar verilmiştir.’’ Uğultu diniyor, yerini sevinç ve bayram havası alıyor.
Şimdi çıkıyorum salondan. Bir o kadar dik, bir o kadar mutlu. Sevinç içinde çıkıyoruz. Basın mensupları bu sefer adaleti sağlamak için değil adaleti duyurmak için yanımıza geliyor. Hepsini selamlıyorum. Şimdi uyuma vakti, şimdi rahat bir uyku çekme vakti. Bugün cinsiyetli olmanın cezasını çekmemek için ben Gülşah, sonuna kadar görevimi yapacağıma yemin ederim. Tıpkı binlerce kadın ve erkek gibi ben de bu kutlu yolda sonuna kadar yürüyeceğime ve İstanbul Sözleşmesi'ne destek vereceğime söz veririm. Kanlarımızla yazıyoruz tarihi, haklıyız kazanacağınız, haklıyız!