Sessiz sedasız çıktım o kapıdan, bir kelam etmeden dilim, henüz dökülenler kalemi kırmadan yüreğimi topladım. Güz ayıydı sakince izledim masadaki çıra yandı, tezene anlattı zaman Anadolu'da bir yüreğin yangınını söndürmedi yine o yüreğe bir çıra oldu yandı. Başaklar boy verdi salındı, harman oldu, çocuklar doğdu kimi ilkokulu bitirdi kimi bayramda şeker toplamaya başladı. Zaman büyüttü elbet bir çocuğu, okula yazdırdı ama duvardaki fotoğraf büyümedi, unutulmadı. Rengi sarardı silindikçe ne fark ederdi ki bakan gözde hep aynıydı hep gülen yaştaydı geçen onca iklime meydan okumuştu. 

Fotoğrafı çekerken gülen gözlerin çizgilerini hasret doldururken kader demeyi de ihmal etmiyor başka türlü nasıl yaşanırdı diye düşünüyordu. Bakınca gördüm nasıl yaşandığını her bir çizgiden eskisi gibi yanmayan gözünden gülmeyen yüzünden okudum. 

Yüklem acı olmuştu yüzünde ne kadar gülse de bilirdim değişmezdi. Anadolu bu güz mahzundu onun yüreğinde baktığı yol tenhaydı bir kıyıya oturmuş şimdi bir bir anlatıyordu zamanı. 

Geçen gün batımı gündoğumu hep aynı günde kalmıştı günler de böyle böyle bir çerçeveye sığıyordu artık Anadolu'da gün bir çocukluk hızında geçmişti bir sevinçle gelmiş toplar kaleye varmış, dokuz kiremitte ebe olmuş sabahı sokakta oynaya oynaya akşam etmişti.

Bütün akşamın sonunda perdeler çekilmiş fotoğrafın kıyısına oturmuş bir radyodan çalan türküye değmişti yüreği 

''Gayrı dayanamam ben bu hasrete

Ya beni de götür ya sen de gitme.''